Dereden tepeden
Sonbahar yazacaktım. Birden kış oldu. Kar yağdı. Şimdi yaz oldu. Selma, Klasis'e davet etmişti oraya giderken yol uzun, gözlerim kapalı düşünüyorum. Nasıl bir geveze var içimde. Ben suskun oturuyorum. O, oradan oraya atlıyor. Gördüğü her şeyi yorumluyor. Zihnime düşen bir kırıntıya, resme, söze manalar buluyor süslüyor, yazıyor. Ben de gözlerimi kapadım dinliyorum. Onbeş sene kadar önce insan kafasından geçenleri fazla sansürlemeden kağıda dökse ne çıkar diye, kendimce "Acaba" adını verdiğim bir deneme yapmıştım. Zihnimdeki gevezenin hızına yetişememiştim yazarken.
CENNET MEYVESİ Hayali okurlar için yazdığım saçmalıklar sırasında kimsenin haberi olmadan iç dünyamda yaptığım yolculuk çok eğlendirmişti beni. Hele edebi yetenekleriyle kaleme alanların bitirene kadar başka birileri olduklarını, kendilerini otopsiye yatırdıklarını, bitirme heyecanıyla kavrulduklarını, hayalle hakikatin karıştığı şizofren bir humma yaşadıklarını düşünür oldum. Arada gözlerimi açtığımda bir film şeridi gibi akan tabiat karelerine takıldım. Bir bahçede mandalina dolu bir ağaç, süs gibi öyle güzel ki! Ama galiba hurmaydı. Bebek yokuşundan sağıma baktığımda mandalina sandım. Hurma çıktı. Sonra gene gözümü açtığımda bu sefer yanılmıyorum ayva. O kadar çoklar ki minik bir ağaç, zor taşıyor o yükü. Gene de mutlu, gururlu duruşu. Birden "kış şiddetli geçermiş" lafı geliyor aklıma. Klasis'e varınca şaşırıyorum. Kocaman bir tesis. Üstümde kürklü kabana sarılıyorum üşümemek için. Şömineli odadan dışarı bakıyorum. "O da ne?" İçeriden dışarıya açık havaya uzattıkları bir havuz ve suyunu ısıttıkları için bikinili kızlar mayolu erkekler, çocuklar oynaşıyorlar neşeyle. "Bir dahaki gelişte biz de deneyelim demek ki üşünmüyor" diyorum içimden.
TANRININ RESSAMLIĞI Beklemekten sıkılıp resepsiyona doğru yöneliyorum. Çığlıklar atarak biri durduruyor. "Maşallah çok iyi gördüm"lerden sonra "Çok güzel parlıyor yanağınız ne sürüyorsunuz?" Telefonunun açık olduğunu o zaman anlıyorum. Yanağına dayayıp "Sırmış. Bir kitap için bilgi derliyormuş, orada açıklayacakmış, söylemiyor." diyor kankasına. Resepsiyondaki genç kıza yaklaşıp ismini soyadını söylediğim arkadaşıma geldiğimizi ve beklediğimizi tekrarlamasını rica ediyorum. Genç hanım koyu renk saçlar görünen kasketli halime bakıp "kim diyeyim" diyor. Yanımdaki hanım atılıp "A ne ayıp. Tanımadın mı kızım Filiz Akın" deyince genç hanım"Mecbur muyum" gibi ters ters bakıyor telefonda konuşurken. Meğerse yanlış yerde bekliyormuşuz golf sahası bitişiğindeki Resort kısmına götürüyorlar bizi. Açık arabayla tur yaparken yürüyüş parkurundaki rengarenk ağaçlara, yapraklara bakıp Tanrının ressamlığına bir kere daha hayran kalıyoruz. Dönünce Thalasso terapilerin yapıldığı odaları gezip zayıflama ve bakım için yurtdışına gitmek yerine ev atmosferinde Semiramis ve Selma Türkeş ile bu deneyimi yaşamayı planlıyoruz. Dönerken kalbimin üstünde bir ağrı ve sıkışma sol kolumun içinde bir damar yanıyormuş gibi bir ağrı hissediyorum. Günlerce geçmiyor. Yeni ameliyat olmuş olan Dr. Eser Alptekin beni kız kardeşi biyolog Nilgün'e emanet edip Çapa'ya postalıyor. Prof. Mehmet Meriç'le konsültasyon yapan kıymetli Prof. Aytaç Öncül bir sürü analiz yaptırıyor. Kalbime ultrason yapmaya gelen Profesör Zehra Buğra üstümde yanlışlıkla giydiğim doktor gömleğine bakıp "Hangi bölümde çalışıyorsunuz" deyince "Filiz Akın, Filiz Akın" diye seslenip gülüyorlar. Başka biri "Niye söylemiyorsunuz" diye çıkışıyor. "Kızımla ben aşığız ona." Dönüşte Nilgün'le kol ağrıma, reflüme boş verip Kebapçı Sait'te İskender Kebap yiyoruz.
MAVİ BİLEZİK Kolumdaki bileziği sorunca "Ankara Hacettepe Hastanesi bitişiğinde arsası alınmış, temelleri atılmış binayı tam amlatacağız . Migros'larda satılıyor. Nazar değmesin diye bu mavi bileziklerden ne kadar çok alırsanız o kadar çabuk bitecek. Parası, imkanları olmayan kanser hastaların barınabileceği tedavi göreceği bir ev. Umut Evi. Almakta acele ederseniz şubatta açılacak" diyorum. Filiz Akın filizakin@sabah.com.tr
|