Enflasyon hedeflemesi uzun yoldan geliyor
Enflasyon hedeflemesine dayalı para politikasının küresel tarihi, 15 yıl gibi kısa görünen fakat zorlu geçen bir süreyi içeriyor. İlk uygulama 1990'da Yeni Zelanda'da başladı. Sonra bazı sanayileşmiş ülkelere yayıldı. Bize benzer gelişen piyasalara sahip ülkelerden ise öncü 1998 yılında Çek Cumhuriyeti oldu. Sonra da giderek kapsamı genişledi. 1996 yılında Merkez bankası'nda göreve başladığımda, Türkiye gibi, para politikası da açmazlar içindeydi. Bir tarafta yüksek enflasyon ve kamu kesiminin ağırlığı, öte tarafta dolarizasyon ve vadeli çek alışkanlığı Merkez Bankası'na parasal göstergelere dayalı bir para politikası çizerek uygulama fırsatı vermiyordu. 1994 krizinin yarattığı ortam, makro ekonomik dengelerdeki bozukluklarla birleşince kriz bekleyişlerini şiddetlendirmişti. Bekleyişlerin geriye dönük sonuçlarla şekillenmesi ve bankacılık sektörünün reel sektörden kopuk çalışması ayrı sorunlar olarak ortadaydı. Asya ve Rusya krizleri ise dışarıdan gelen ve ekonomik istikrarı tehdit eden önemli öğelerdi. Bu şartlarda, Merkez Bankası'nın elindeki para politikası araçlarından parasal göstergeleri kontrol ederek enflasyonu indirmesi ne yazık ki olanaksızdı.
Para politikası değişiyor Göreve yeni başladığım 1996 yılında, Basel'de ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan'in de arasında bulunduğu bir grup merkez bankası başkanı ile kendi aramızda konuşurken, kendisine enflasyon hedeflemesini örtük bir biçimde uygulayıp uygulamadığına dair bir soru soruldu. Greenspan, soruya gülerek, "Olabilir" anlamına gelebilecek 'vücut lisanı' ile yanıt verdi. Bu, ABD'nin enflasyon hedeflemesini Taylor Kuralını da dikkate alarak ve kendine özgü bir biçimde uyguladığının açık bir kanıtıydı. Para politikası kuralları ve araçları değişim içindeydi. Böyle bir ortamda Türkiye'deki para politikası finansal istikrarı sağlamaya, enflasyonu düşürecek kapsamlı bir programı politik otoritelere kabul ettirmeye ve bekleyişleri 'enflasyon tahminleri' çerçevesinde yönlendirmeye yöneldi. Bu arada, bir taraftan para bazını kontrol ediyor, öte taraftan ise enflasyon tahminlerini piyasa ile paylaşarak ve döviz kurlarını kullanarak ileriye dönük davranış biçimlerini şekillendiriyordu. Tahminler de tuttukça, piyasanın Merkez Bankası'na güveni artıyordu. Bu arada, IMF ile 1998 yılında "Yakın İzleme Anlaşması" imzaladık. Para politikası aracı olarak 'rezerv para' büyüklüklerini aldık. Ancak, yukarıda değindiğim nedenlerle bu tür bir araç, etkisini 'büyümeyi frenleyerek enflasyonu düşürme' şeklinde göstermeye başladı. Bu sırada Rusya krizi çıktı. IMF'nin de benimsemediği bu anlaşma askıya alındı.
Tek seçenek Bütün bu deneyimler, enflasyon düşse dahi parasal göstergeler ve döviz kuru ile fiyat istikrarının sürekli bir biçimde sağlanamayacağını bize anlatıyordu. Elimizde kalan tek seçenek ise enflasyon hedeflemesiydi. Bunun için de ortam uygun değildi. Şartlar oluşmamıştı. Bu şartları oluşturmak ve makro ekonomik dengesizlikleri gidermek için oluşturulan 2000 yılı programı enflasyon hedeflemesini de içeriyordu. Bu husus, ilk kez ve açıkça 9 Aralık 1999 tarihli niyet mektubunun 34'üncü paragrafında belirtiliyordu. Kura dayalı sistem sona erince, enflasyonu hedefleyen para politikasına geçilecekti. Krizler ilk aşamada buna olanak sağlamadı. Daha sonra Merkez Bankası'nca "örtük" olarak başlatılan ve başarı ile sürdürülen enflasyon hedeflemesi, alt yapısı hazırlanarak,'açık' bir biçime dönüştürüldü. Umarım bu kadar zahmetlerle oluşturulan sistem başarılı olur.
|