|
|
|
|
|
Varoşların kod adı: Suç oranı yüzde 285
|
|
1984 Özal affı ile yaşamlarını güvence altına aldıktan sonraki dönemin gençleri artık daha iyi yaşamak istiyor. Hem de kısa yoldan O bunalım bir an önce "köşeyi" uğursuz işlerden dönmeye itiyor bir kısmını. İstanbul'da son on yılda suç oranı yüzde 87 artarken, varoşlarda yüzde 285.
Varoşların da "varoşu" olan mahalleler kesif kömür kokusundan belli olur... Buraları varoşların doğalgazın ulaşmadığı kıyı bölgeleridir... Varoşun ışıklı caddelerinin yerini koyu bir karanlık alır... Asfalt yok olur...Çamur artar. Gecenin içinde yürüye yürüye terkedilmiş bir yamaca ulaşıyoruz. Kaygan çamur üzerinde belirsiz bir patikanın izini sürüyoruz. Bu derme çatma, varoşun varoşu evlerde iskan yok, ama elektrik ve su var... Hatta hepsinin üzerine belediye tarafından iliştirilmiş bir de "su ve elektrik bilgi sayısı" görülüyor... Yasal değiller ama hepsi bilgisayarlarda fişlenmiş... Aşağıdan akan suyun şırıltısı eşliğinde, kayıp düşme endişesi içinde, epeyce yürüdükten sonra yukarı doğru hafifçe ayrılan incecik, patikamsı kısa bir geçitten bir buçuk odalı bir yerin kapısına varıyoruz. Gazi Mahallesi'nin varoşlarındaki bu ev, on yedi yıl önce çobanlık yaptığı Erzurum'dan İstanbul'a göçen 42 yaşındaki Nihat Doğangüneş'e ait. Bizi evin önündeki beton çıkıntıda karşılıyor. Ayakları çıplak ve kalıplanmış bir saygıyla hareket ediyor. İçeriye girince tek başına mutfak görevi yapan ocağın bulunduğu ilk yarım odada iki özürlü çocukla karşılaşıyoruz. Onyedi yaşındaki Oktay ve on üç yaşındaki Özbay... Onları da alarak hep birlikte yan odaya geçiyoruz. Geceleri yere serilip gündüzleri kaldırıldığı anlaşılan yataklar denkler halinde bu odada saklanıyor.. Ama onlardan önce duvardaki resimler dikkatimizi çekiyor: Hazreti Ali'nin,Yılmaz Güney'in, Nazım Hikmet'in ve Deniz Gezmiş'in resimleri var. Can Yücel'in çerçevelenmiş bir şiirini de yandaki duvara asmış.
KİMLER OTURUR? Hayretim o noktada dinmiyor. Tam tersi şahlanıyor. Tam karşımızdaki büfemsi minik dolabın içinde ansiklopedilere gözüm ilişiyor. Onların yanında azman hoparlörleriyle bir müzik seti. Bir de digital telefon. Eve telefon hattı bağlanmış. Bir ansiklopedi takımı, birkaç kitap, duvarda bir şiir, iri yarı bir müzik seti... Nihat Doğangüneş özürlü çocuklarının özellikle de ağabey Oktay'ın bir dediğini iki etmemeye çalıştığını, bütün hayatını bu odada geçiren delikanlının oyalanması için ne yapıp edip bunları aldığını anlatıyor. İşsiz... Çocukların sürekli ihtiyacı olan tedaviyi "yeşil kart" ile yaptırıyor. Hastaneye gidiş geliş şartlarını tahmin edebiliyorum. Bizim zar zor ulaştığımız yerden bu ücra köşeden kentin hastanelerine seyahatin nasılbir azaba dönüşebileceğini kestirmek zor değil. Nihat'ın eşi evde yok. Çünkü yoğun bakımda olan annesinin yanında refakatçi. Nihat'ın tek isteği bir gece işi. Gündüzleri çoçuklara bakıp, geceleri çalışmak istiyor. Çıkarken usulcacık sormaya çabalıyorum, dört çocuğundan ikisi özürlü, çünkü dayısının kızı ile evli.
KAHVEDE HAYAT Yamaçlardan geri dönüp Gazi Mahallesi'ne ulaşmaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz sokak caddeye bağlanıyor. Varoşun varoşundan gelen birisi için burası çok parıltılı ve ışıltılı. Hatta showroom'u olan elektronik aletler satan mağaza ile yanındaki Seçkin Market bunun tartışmasız bir ispatı gibi duruyor. Halbuki buraya ilk geldiğimizde girdiğimiz kahvedeki yaşam bu kadar renkli gözükmemişti bize. Kahvedekiler, öncelikle Alevi ve Kürt oldukları için dışlanmaktan ve işsizlikten yakınıyorlar. Gazi Mahallesi'nde oturanlar Tuncelililer, Sivaslılar ve Tokatlılar... Tuncelililer tüm şanslarını doğdukları kent nedeniyle kaybettiklerine inanıyorlar. Gençlerin neler düşündüğünü de merak ediyorum. On sekiz yaşındaki Gökhan Parlak muhtemelen doğulu bir ailenin çocuğu. Ama afromsu kıvır kıvır saçları, hafif keçi sakalı ve renkli gözleriyle bir İrlandalı'ya benziyor. Liseyi sağlık sebepleriyle nedeniyle terkettiğini söylüyor. Son olarak bir matbaada çalışmış. Yurt dışına gidip yerleşmek istiyor. Orda "insancıl" koşullarda yaşayacağına inanıyor. Hemen arkasındaki on dokuz yaşındaki Düzgün Değirmenci ise daha sakin ve İstiklal İlköğretim Okulu'nda altmış kişilik bir sınıfta okuyor. Babası fabrikada çalışıyor, annesi ev hanımı. "Burada yaşamaktan ve hayatımdan şikayetim yok" diyor. Tek arzusu üniversiteye gidebilmek. Işıltılı yüzü, ileriye yönelik umudu, memnuniyeti insanın içini burkan bir ışık gibi...
ACELE KÖŞE DÖNMECİLİK Gazi Mahallesi'ndeki kahve halkı son yıllarda buradaki uyuşturucunun, fuhuşun, kapkaççılığın artış hızından çok şikayetçi. Birilerinin bölgenin "şanlı ve şerefli geçmişine" halel getirmek için bu işleri sistemli olarak bünyeye yerleştirmek hatta daha rahat. Kahvenin yan komşusu olan bakkalın sahibinin oğlu. Sorunca, ileriye yönelik planı ve programı olmadığını, çoğu gencin de kendisi gibi olduğunu söylüyor. Hayata babasının işi nedeniyle "ticari baktığını" da ekliyor. Umutsuz gençlerin, konfeksiyon atölyelerinde, matbaalarda, tornacılarda sosyal güvenceden yoksun dikiş tutturmaya çalışan geçici işçilerin, o kadarını bile bulamayan işsizlerin oluşturduğu kahve cemaatine bir ara, taze birhava gibi sızıyor Özgür. Kahvedekilerden birinin çocuğu. yerleştirmek istediğine inanıyorlar. Ya da inanmak istiyorlar. Halbuki artık eski gecekondu dönemi yok. O zamanlar kırdan yeni gelenler mevcutla yetinmek dışında bir şey aramıyorlardı. 1984 Özal affıyla birlikte bulundukları mekana dört kat çıkarak yaşamlarını güvence altına aldıktan sonraki dönemin gençleri ise artık daha iyi yaşamak, televizyonlarda gördükleri zenginlikten paylarını almak istiyorlar... Üstelik de kısa yoldan... Çoğunluğu okulu bırakıyor. Bir işe yarayacağına inanmıyorlar. Mesleksizlik, hayatı daha da zorlaştırıyor. O bunalım bir an önce "köşeyi" uğursuz işlerden dönmeye itiyor bir kısmını. İstanbul'da son on yılda suç oranı yüzde 87 oranında artarken, varoşların yoğunlaştığı on dört ilçede suç oranı yüzde 285 oranında artmış o yüzden. Mesleği ve becerisi olmayan bu genç yığınları ne yapacağımız sorusu tüm varoşlarda hep benimle dolaştı. Hala da benimle... Türkiye belki kendini kurtaracak. Ama bu çocuklar ne olacak? Onlar da kurtulabilecek mi? Sanırım varoşların her köşesinde gölgesi görülen en tehlikeli ve en acıklı soru bu.
|
|
|
|
|
|
|
|
|