| |
|
|
İndim seyran ettim Frengistan'ı, illeri var bizim ile benzemez..
Bir toplumun inançlarının, geleneklerinin, adetlerinin, törelerinin, sanatının, maddi ve manevi tüm değerlerinin oluşturduğu bütüne, Latince'den aldığımız söylemiyle "Kültür" diyoruz. Osmanlı'da kültür karşılığında Arapça'dan alınan "Hars" kelimesi kullanılırdı. Latince'de "Cultura" bakım anlamına gelirmiş. Arapça'da ise "Hars", toprağı sürüp ekmekmiş. Bir de yine Arapça'dan aldığımız "Medeniyet" var zaman zaman kültür yerine kullandığımız. Bu da "Medeni" den türemiş, hem kültürün öğelerini, hem de kentli, müreffeh, "Uygar" yaşamı içeriyor. Bunun için de Latince "Civil"den türeyen "Civilization"u, Türkçe'ye "Sivilizasyon" diye aktarıp kullanmıyor muyuz? Bazen de "Uygarlık" diyoruz buna. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın, bütün kültürlerin ve bütün medeniyetlerin kaynaklandığı topraklar olduğunu vurgulayıp, zaman zaman övünürüz. Ama kendi tasavvurumuzdaki kültür ve medeniyet tanımlarının dışındaki öğelerle karşı karşıya geldiğimizde de, genellikle bunları "Yabancı" (Bazen de kafir) olarak görürüz. "Kimlik" üzerindeki tartışmalarda da, geleneklerin yorumlanmasında da, "Uyum" meselesinde de hep karşımıza çıkan bir problemdir bu. BBC'nin Pekin (Veya Beijing) muhabiri Louisa Lim, Çinli ile evli olan bir İngiliz kadın. Pekin'de bir doğum yapınca, bir anda kültür farklılıkları ile karşılaşıvermiş. Bebeğin adını yarısı İngiliz yarısı Çinli olsun diye "Daniel Feng Yue" koymuşlar. Feng Yue Çin dilinde "Ay, mehtap" anlamına geliyormuş. Ama bebeğin babası onu "Küçük pis domuz", büyükbabası da "Köpek yellenmesi" anlamına gelen kelimeleri seslendirerek seviyormuş. Louisa Lim bebeğine hakaret edildiğini zannedip, bu kötü isimlendirmelerin nedenini sormuş. Meğer bebeğin babası ve büyük babası, kötü ruhları aldatmaya çalışıyorlarmış. Bebeğin küçük bir pis domuz veya köpek yellenmesi olduğuna kötü ruhlar inandırılırsa, onların bebeği kaçırması ihtimali asgariye inecekmiş. Bebeğe baksın, lohusalık döneminde de anneye yardımcı olsun diye bir Çinli dadı tutmuşlar. Bu dadı da Çin adetlerini anneye zorlayıp onu çileden çıkartıyormuş. Örneğin Çin'de doğum yapan kadın, doğumdan sonra bir ay yıkanmazmış, yataktan çıkmazmış, yere çıplak ayakla basmazmış, kahve içmezmiş, muz yemezmiş. Bunları okuduktan sonra, dün arkadaşımız Şirin Sever'in, Yunanlı Yorgos Seitaridis'le evlenirken din değiştirdiği için, kendi ailesinin bile tepkisine hedef olan güzel manken Tuğçe Kazaz'la yaptığı söyleşiye takıldım. Tuğçe Kazaz'ın eşi Yorgos Seitaridis bu söyleşide tartışılan din değiştirmeye ilişkin şunları söylemiş: - Eğer başka bir iş yapacak olsaydım ve Türkiye'de yaşamaya karar verseydik yine dini evlilik yapardık. Ve Müslüman olmakla ilgili hiçbir problemim olmazdı. Bizim için Allah bir tane! Senin dinin de benimki gibi bir tane Allah'a inanıyor. Yunanistan'da yaşamaya karar verdiğimiz için bunu Tuğçe yaptı. Duyduğun diğer şeyler sadece yorum... Evliliğimizin dini törenle olmasını istedik... Tuğçe, Hıristiyan olmasa yapamazdık... Eğer Türkiye'de yaşamaya karar verseydik, ben Müslüman olurdum. Önemli olan, evliliğimizin dinen kutsanmasıydı. Tuğçe Kazaz da şunları anlatmış: - Yorgos'a anlatmıştım. Benim burada (İstanbul'da) kurşun döktürmek, dua okutmak için ziyaret ettiğim bir kadın var. Her zaman gider duasını alırım, kurşun döktürürüm. Yorgos'u da götürdüm ona. Kurşun döktürdük ve üzerimizdeki kötü gözleri, nazarı kovmak için dua okudu. Bir şekilde bizi evlendirdi aslında o. Uzun yıllar önce 1965'teki zorunlu göçle Atina'ya gitmek zorunda kalan bir İstanbullu Rum'a izlenimlerini sormuştum yeni yurttaşları hakkında. - Mehmet Bey, bunlar gavur. Rakıyı pilav yiyerek içiyorlar. İstanbul'da Türkçe konuşup sizleri kızdırırdık. Burada Türkçe konuşup bunları kızdırıyoruz. Çok mutsuzum, İstanbul'u özlüyorum. Çağanoz gibi içime kapandım, demişti. İşte böyle. Kültür ve medeniyet farklarına karşı sadece "Laik" değil "Hoşgörülü" olmayı da denemeliyiz.
|