| |
Bir haber arkası ve "sizin hiç oğlunuz öldü mü?.."
Ne var ne yok soruma yanıtı donuk, ağırdan; Motosikletli bir kurye kaza yapmış. Öyle ağır darbe almış, kaza yerinde o kadar çok kan kaybetmiş ki, hastaneye getirdiklerinde yapılacak bir şey yoktu. Başka da bir şey yok. Sordum. - Ailesinden, yakınlarından, çalıştığı şirketten kimse geldi mi? Kimmiş, nereliymiş belli mi?
Hiç bir şey Yok... Saatler geçmesine rağmen gelen giden olmamış. Çünkü 28 yaşında ölen delikanlının evini, adresini, telefon numarasını belirleyecek hiçbir şey bulamamışlar üzerinde. Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin nöbetçi memuruyla, odasında konuşuyoruz bunları. Bir ara yerde duran bir çift çizmeye takılıyor gözüm. Üzerinde kocaman marka yazısı; "Halley Davidson"
Taklit değil - Ayağından çıkan bot bunlar. Bak öbür köşede de dizlikler, mont filan var. Yakınlarına teslim edeceğiz. Gidip yakından bakıyorum. Taklit değil, orijinal hepsi de. Kaliteli, pahalı şeyler. - Kurye olduğuna emin misin? - Öyle dediler abi. - Bu eşyalar gariban bir kuryenin giyeceği şeyler değil kardeş. Profesyonel motorcu giysileri ve aksesuarları bunlar.
Aradım Sonra giysilerin üzerinde duran bir kartvizit çarpıyor gözüme. Ahmet adlı bir emlakçıya ait. Cep telefonu da yazıyor kartta. Gecenin geç saati ama yine de arıyorum o numarayı. Çıkana kendimi tanıtıp, gencin ismini verip soruyorum: - Tanıyor musunuz onu? - Tabii tanıyorum abi. Yakın arkadaşım. İSKİ'de bilgi işlem uzmanıdır kendisi. (birden telaşı artıyor) Hayırdır abi bir şey mi var? - Ailesine ulaşmamız lazım Ahmet bey. Bir motor kazası oldu. Yaralandı maalesef.
Gecenin körü Sesimin renginden, kesik kesik konuşmamdan anlıyor dilimin varmadığı, söyleyemediğim akıbeti. Önce sessizlik, sonra hıçkırıklar. Yarım saat sonra arkadaşlarını alıp geliyor hastaneye. Bir bakıyorum aralarında eski manken İsmet Özhan da var. Sarılıp ağlıyor. Mimar-Mühendis olan babasının da cep telefonu numarası var hem İsmet'te hem de Ahmet'te. Ama gecenin köründe açıp ne desek ateş düşecek içine adamın. Kalp hastasıymış hem.
Peki!.. Karar şu: İsmet ve Ahmet evlerini biliyor. Gidecek, komşuları uyandırıp söyleyecek. Tek problem sabah saat 03.30'da kim tanımadığı insanlara kapı açar? Benden ricacı oluyorlar. - Abi camdan bakan seni tanır. Çaresizce "peki" diyorum.
Tam altında Üsküdar Sultantepe'de bir sokak arasındayız. Önünde durduğumuz vefat eden gencin apartmanı. Tam altlarındaki dairenin ışığı yanık. Daha zilini çalmadan seslerimizi duyup cama çıkıyor o komşu. Kendimi tanıtıp aşağıya davet ediyorum. Geliyor.
Uyananlar Malatyalı bir kabzımal. Konuşmasından, hal hareketinden anlıyorum ki; gün görmüş bir adam. Münasip dille anlatıyoruz. Şok geçiriyor. Eli, ayağı titriyor. İstemesek de gecenin sessizliğini yırtmış gürültümüz. Uyanıp balkona, cama çıkanlar arasında baba Ali bey de var.
Yanlışlıkla O da aşağıya iniyor. Merak etmiş, ne olduğunu öğrenmeye gelmiş. Malatyalı komşu yutkunarak, kekeleyerek fısıldıyor - Ali Bey. Se.. Senin oğlan bi.. bir kaza yapmış. Hastanedeymiş. Arkadaşları benim kapıyı çalmış yanlışlıkla.
Allah korusun Bir çift gözün yüklendiği meraklı bakışlar gidiyor, yanardağ patlaması görmüş ürpertisi yerleşiyor o bakışlara. Ancak babaların yüzünde ve bir salisede bu kadar çok ifade değişebilirmiş, offf... "Şimdi düşer mi, düşer, yığılır mı sokak ortasına koca adam? Ya da. Ya da Allah korusun kalbi..."
Bu ne metanet Tek bir cümle çıkıyor ağzından; - Allah kitaptan... Kuran'dan, imandan... Gerisini anlamak mümkün değil. Çünkü artık sadece dudakları kıpırdıyor. Dua ediyor Ali bey. Sanki orada, az ötesinde bizim göremediğimiz biri varmış, ona bakıyormuş gibi sabit bir noktaya kilitlenip dua ediyor. Ardından elleriyle yüzünü sıvazlayıp bitiriyor duasını. İnanılması güç bir metanetle bize dönüyor. - Lütfen açıkça söyleyin. Gerçekten yaralı mı yoksa öldü mü benim oğlum?..
Tek söz yok Yapamıyoruz. Söyleyemiyoruz. Acemi yalanlarımıza inanmak zor ama onun umutları her yalanımıza kanmaya çoktan rızalı etmiş onu. Yanı başımda oturuyor Ali Bey. Benim arabamla hastaneye gidiyoruz tek bir söz etmeden. Şaşırtıcı bir bilgelik, dahası ermişlik ifadesi var yüzünde. Onu gören deneyimli polisler, doktorlar bile yanında duramıyor, ona bir şey söylemeye kıyamıyor, uzaklaşıyorlar. Sonra... Az sonra kaçınılmaz olan an... Öğrendi... Dondu... Durduğu yerde şöyle bir devindi. Ve yine fısıldadı; - Ben sana dedim be oğlum. Dikkat et dedim, hızlı sürme, hatta hiç binme dedim be oğul. Değecek mi şimdi bu ayrılığa. Annene ne diyeceğim ben şimdi be oğlum. Ahh aslan oğlum..."
|