Hele bir dinle!
Ne kadar çokturlar ve işte o kadar çok kadın, her sabah yalnızlığa uyanır. Erkenden uyanır ve kalabalıklar arasında yalnızlığa ve kabalığa karışır. Belki ezilmesini, o yalnızlığı mukadder görecek kadar güçsüzdür... Belki, nazenin bir burjuva hanımefendisidir ve kendini efendi sanırken, erkek dünyanın ve erkekten yırtıcı kadınlar aleminin içinde debelenir. Ülkenin "kadına dair" kültürü de, "kadın kültürü" de, mozaik kültürü esasında "duvar" gibidir. Erkekler duvarı örerken, nice kadın da tuğla taşır, taş taşır, harç karar.
"Kadının özgürlüğü"ne dair çoğu tartışma, safi ikiyüzlü, sahtekarca ve dandiktir. "Ezilen kadın"a dair arada bir bulunan tekil semboller, genel olarak "kadının ezilmesi" ve daha genel biçimde "insanın ezilmesi" meselesini unutturan komprime haplar olur. Yiğidim erkekler ile onlara yapışmış kimi kadınlar, hep "öteki kadın"ın özgürlüğü üstüne mangalda kül bırakmaz. Elbette, en genel biçimde insanın özgürlük ve haklarını, en yaygın biçimde kadının özgürlük ufkunu mesele yapanları saygıyla selamlarım. Ama çoğu zaman onların samimiyetle didindiği mecralarda, ilkesizliğin, ruhsuzluğun iki yüzlü süvarileri de dört nala koşturur.
Haftayı, "gazete fotoğrafçılığı" açısından gerçekten başarılı, ama özgürlük üstüne samimiyet bakımından her zamanki gibi süfli bir zeminde idrak etmiştik. Hürriyet'te yayınlanan "Yan masada yalnız yemek yiyen bakan eşi" iyi bir gazetecilik örneği idi. Ama sonuçta fotoğraf bir enstantane, donmuş karedir. Yemek öncesini, sonrasını, hayatın bütününü, insanların manevi yahut maddi dayanaklarını, özlemlerini, üzüntülerini, nasıl çoğalıp nasıl yalnızlaşabildiklerini... hepsini anlatamaz. Derken sahneye, hayatın bir öznesi olmaktan çıkıp "fotoğraf nesnesi" halinde dondurulan "çift" de dahil olmak üzere, "yorumcular" çıkar. "Yorumcu", neyi nasıl anlayıp ne gibi anlamamız gerektiğini buyuran (bizim gibi) profesyonellerdir. Yorumcunun cephesi, cephenin zaviyesi, zaviyenin ezberi, her ezberin çifte standardı vardır. "Başörtülü kadın"ın itilmişliği, bir erkek tercihi olarak lanetlenir... Kadına acınır. Gündelik işlerini, Allah için her zaman cinsel ayrımcılık olmasa da, ayrımcılığın, dışlamanın, iteklemenin, ötelemenin bin bir türlüsü ile çevirenler, size "cılk" bir özgürlük ufku çizer. "Kadın tarafı" ayaklanır: Yan masada oturdu yahut oturtuldu diye özgürlüğü mesele edilen "başörtülü kadın"ın, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nden üniversiteye, orduevinden çocuğunun diploma törenine kadar "özgürlükçüler" tarafından nasıl dışlandığını, ötelendiğini anlatırlar.
Bu öyle "konforlu" bir dünyadır ki, karşıtlar, hayatı yalnızca karşı tarafın zehir ettiği konusunda birleşir. Kendi dünyalarına dair en ufak tereddütleri, en küçük eleştirileri, birazcık şüpheleri yoktur. Oysa; Başı açık nice kadın, ayrımcılıkların, hoyratlıkların, yalnızlıkların en kabasına, şiddetlisine de mahkumken... Başı örtülü bir çok kadın için de, hayatın neredeyse tamamı bu hikayeden ibarettir. Her iki taraftan nice kadın ise, inandıkları, idrak ettikleri bir özgürlük ufku içinde pekala mutlu olabilir. Başı örtülü nice kız, kendi dini, kültürel tercihi yüzünden "özgürlükçü hukuk" marifetiyle hak ettiği üniversiteye sokulmazken, bir çok genç kıza, başını örtmeörtmeme tercihine mahal bırakmadan "özgürlükçü gelenek ve aile"ce buyruk verilmiştir. Başı açık (ve örtülü) kimileri ise, ailenin, piyasanın, tüketimin, iş hayatının, ev kadınlığının, paranın, parasızlığın, korkunun, yalnızlığın esiri olarak hayata ilişip durur. Duruma göre özgürlük isteyen çoğu erkek ile bir çok kadın, hayatın bir sürü alanında birer acımasız despot veya gönüllü köledir. Oysa, hayat karmaşık olsa da, ilke daha basittir: "Gerçekten özgür müsün? Ne oranda? Kalbinin sesini samimiyetle bir dinle!"
|