'Biz hamileyiz...'
Çetin Altan'ın, ilk gençlik günlerimde beni çok etkileyen ironik bir tespiti vardı... "Yazanlar yaşayamaz... Yaşayanlar yazamaz..." Yazı sanatıyla uğraşanların, yazdıkları gibi yaşayamadıklarını, aslında yaşayamadıkları için yazdıklarını, dolu dolu yaşayanların ise yazamadığını anlatmaya çalışan bir ironiydi bu... "Yazanlar yaşayamaz... Yaşayanlar yazamaz..." İclal Aydın'la Tuna Kiremitçi'nin aşkını anlı şanlı gazetelerin sürmanşetinde gördüğümde ilk o sözleri hatırladım... Sonra yazar aşklarının, büyük gazetelerin sürmanşetlerini kaplamaya başlaması karşısında irkildim... Ben Yaşar Kemal'in, Orhan Kemal'in, Çetin Altan'ın, aşklarını ya yıllar sonra yazılan anı kitaplarının satır aralarında görmüşüm ya da kendi romanlarının satır aralarından mealen çıkarsamalar yapmışım... Her halükârda onları, yanlarında aşklarıyla gülümserken hiç ama hiç görmemişim... İnce Memed'de değil, ama belki Bir Avuç Gökyüzü'nde, belki Viski'de, yazarın kadınlarla ilişkisi hakkında bir fikir edinmişim. Hayata bakışını anlamışım... Ama zinhar, hangisi, hangi kadına, ne zaman âşık olmuş, hangisi hangi kadınla ne zaman cilveleşmiş ne zaman gamzeleşmiş, öğrenememişim...
İki yazarın cilveleşmesini ve gamzeleşmesini sağolsun sevgili İclal Aydın'dan öğrendim... Yazar aşkına vakıf oldum... İclal'i tanıdığım, sevdiğim ve arkadaşım dediğim için, âşık olmasına mutlu oldum... Aşkı küçümseyenlere burun kıvırdım... Âşık olamadığı için, her açıklanan aşk hakkında ileri geri laf etmeyi görev bilenleri ayıpladım... Ama yine de aşka sahip çıktığım kadar, açıklamaya sahip çıkamadım... İçimi bir türlü rahat ettiremeyen bir şey vardı... Bir türlü helal olsun dedirtmiyordu...
Reklam aşkı mıydı onlarınki?.. Hayır ihtimal vermem... Evliliklerinden ağızları yanmış iki kişinin söyledikleri gibi kemoterapi niyetine başladıkları bir aşk mıydı?.. Bilmem... Ama galiba benim içimin bir yerlerinde, hep bir soru işareti bırakan şey, Tuna Kiremitçi'nin daha birkaç ay önce verdiği bir demeçti... Ayşe Arman'a anlatmıştı Tuna... Karısının hamile olduğunu anlatırken, "Biz hamileyiz" demişti. Ne kadar güzel, ne kadar iddialı, ne kadar tatlı, ne kadar kadınları deliğinden çıkartacak ölçüde mükemmel bir söz... "Biz hamileyiz..." Hamileliğin sadece bir kadının yaşadıklarından ibaret olmadığını, anlatan ne kadar veciz bir söz... Bir erkeğin onunla her anı paylaşmaya hazır olduğunu haykıran ne ince bir ifade ve tarz... Acaba bunu söyleyen adam, nasıl oldu da birkaç ay sonra beraber hamile kaldığı kadını ve 8 aylık çocuğu bırakarak, bambaşka bir aşka, bambaşka bir havada, aynı gazetenin sürmanşetinden yelken açtı?..
İnsan duygularının değişmeyeceğini söyleyecek kadar aptal değilim... "Utanmaz adam, gül gibi karısını bırakıp yine ne cevizler kırdı" diyecek kadar, çığırtkan da değilim... Aşkı da sevgiyi de yaşamaya ve anlamaya çalışıyorum... Ama bir türlü, hangi duyguların sadece birkaç ay içinde, 8 aylık bir bebekle bir kadını terk ederek, yeni bir aşka sürmanşetten çıkacak kadar belirleyici olduğunu anlamaya çalışıyorum... "Biz hamileyiz" dediğinde mi doğruyu söylemiyordu?.. Yoksa şimdi sürmanşetten gamzeleşen aşkı anlatırken mi?.. Yoksa her ikisinde de Simone de Beauvoir'ın dediği Güzel Görüntüler vermek midir esas olan? Galiba sonuncusu... Oysa Simone de Beauvoir, Güzel Görüntüler isimli o kitabını, Amerikan kültürünün her insanı her daim sanal ama güzel görüntülerle bezeyen halini anlatmak için kullanmıştı... Acaba, eşiyle beraberken, "Biz hamileyiz" diyecek kadar mükemmel görüntü veren erkek, yine bir güzel görüntü uğruna mı ikili gamzeleşmeye, dişlerini yaptırarak, katkıda bulunuyordu?.. Dişçisinin cep telefonunu verdiği televizyon programlarına katılarak mı yeni ve mükemmel görüntü yaratmaya çalışıyordu?.. Belki öyle belki de değil... Belki de benimkisi, hepsi hepsi, kız tarafı olmanın kuru bir gürültüsü...
|