Soyut sanat somut hayat
Tabii ki haddim değil, "soyut sanat" üstüne somut şeyler söylemek. Ama ne mutlu ki, 19'uncu yüzyılın sonları ile çılgın 20'incinin büyük tanığı Pablo Picasso 21'inci yüzyılda burada. Ne mutlu ki, imkanı olanlar imkanı olmayanlara da böyle bir imkan sağladı. Ne mutlu ki, en azından İstanbul'da gözler dünyanın her tarafındaki binlerce tablodan buraya ulaşabilenlere dokunabilecek. Ne mutlu ki, bu vesileyle yazılar yazılıyor, tavsiyeler sıralanıyor ve hakikaten gönülden isteniyor ki, hiç olmazsa her çocuk, yurtdışına hiç çıkmamışı da, İstanbul'a hiç gelmemişi de, Boğaz'a hiç yolu düşmemişi de Picasso ile ayaküstü bir tanışsın.
Bu vesileyle, soyut sanatın ardındaki somut hayatlara dokunma imkanları doğuyor bazen. Mesela "Guernica"dan, o efsanevi tablodan bahsediliyor. Avrupa faşizminin, sonradan "İspanya İç Savaşı" denen İspanyol faşist (Falanjist) ayaklanmasına, darbesine, tahakkümüne desteğinin (ve demokrasilerin duyarsızlığı ile Stalin ihanetinin) sembol katliamı, o bombardıman üstüne Paris'te yaptığı tablo. Aradan geçen onca yıl, böyle bir tabloyu günümüze nasıl taşır? Soyut tablonun o gün olanca somutluğuyla harmanladığı faşizm, cumhuriyet, antifaşist mücadele, barış özlemi, ihanetler, korkaklıklar, cesaret, demokrasi günümüze nasıl taşınır? Ona yahut bir başka tabloya baktığımızda, aradan geçen zaman, kavramların tozlanmış, tarihin küflenmiş hali, geriye ne bırakır? Somut hayatın soyut sanatı, günden güne, elden ele, dilden dile, artık neyi anlattığının tamamen unutulması, salt kimin imzasını taşıdığının önemsenmesiyle bugüne nasıl bir "miras" olarak kalır? Herkes elbette, mesela "Guernica"yı sevebilir. Sanatın yüceliği, tablonun muhteşemliği, adının ölümsüzlüğü, ressamın şöhreti, piyasanın kıymeti, evrensel bir eser olarak kalıcılığı, ne bileyim bazen sebebini bile bilmeden sevme gerekliliği filan... Hepsi etkili olabilir. Bu sevgilerin çoğu ancak "soyutlayarak sevgi" olabilir.
Bir faşist mesela, ille sevecekse, böyle bir tabloyu ancak sıkı soyutlamayla sevebilir. İncelmiş zevki varsa, sadece resim, sadece tablo, sadece Picasso diye sevebilir. Faşizmlere, faşizan darbelere, faşist kanunlara, faşizan dönemlere, baskılara, eziyetlere, tahakkümlere, sözde devlet, millet, milliyet adına işkenceye, cinayete, katliama çanak tutmuş, alkış tutmuş, para vermiş, haber yapmış, yazı yazmış, arka çıkmış... Bazen sessizliklerini, bazen yalakalıklarını, korkularını, menfaatlerini kul köle kılmış... Kendi topraklarında kendi insanlarına zulmün, baskının, yıkımın vicdani yükünü somut bir dile ve soyut bir isyana bile dönüştürmemiş... Hadi, buraları bırakın... Yanı başında, çok somut, çok yakın, çok sıcak "bombardımanlar"ı şu 21'inci yüzyılda bile bir insanlık sorunu görmemiş, medeniyet sanmış, demokrasi ve özgürlük diye sunmuş, bunun piyasasına mahkum olmuş... Yanı başında, kendi çağında, kendi tanıklığında bir sürü "Guernica"yı hiç umursamamış, elinde kalem varken yazısını yazmamış, fırça varken resmini yapmamış, göğsünde kalbi varken acısını duymamış... Ve böyle duygusuz, duyarsız, sağır bir dünyayı kutsayan en somut tabloları yapmış birileri... Elbette, ressamı ve resmini çok sevebilir. Ama ancak çok çok soyutlayarak sevebilir. Arkasındaki insanı, arkasındaki tarihi, arkasındaki kavramları, arkasındaki duyguyu ve öfkeyi çok çok soyutlayarak, un ufak ederek, yok ederek sevebilir. Şöhretine, piyasasına taparak sevebilir. Aynı anda hem "Marmaris tabloları"nı, hem "Guernica"yı sevebilmek ancak unutarak, unutturarak, aptallaşarak mümkündür!
|