Tıbbın şiddeti
Genellemeden korkarım. Bazen kolaydır; dili yokuş aşağı koyverir gider insanın. Şimdi... En büyük imkansızlıklar içinde, "çılgınca" hayat veren ve hayat kurtarmaya çalışan doktorların... Yahut onca yılın birikimini, bilgisini, deneyimini hastalarına ve meslektaşlarına dağıtıp duran üstatlarının... Ne şöhret olan, ne pek köşeyi dönen ama ister arı deyin, ister karınca, emek ve terini akıtan sağlık çalışanlarının... Elbette, herkesin başına bir kaza gelebilse de, yaptığı işin özünün ticaret veya eziyet değil, tam tersine en kutsal hak olan "yaşama hakkı"na hizmet olduğunu idrak edenlerin ellerinden ve gözlerinden öperim. Lakin aralarındaki sorumsuz, insafsız tacir, sahtekar, riyakar, cahil yahut bilgili ama arsız, küstah, yaptığı işin insani felsefesinden bihaber, karşısındakileri makine gibi gören, oyan, yolan, sömüren, kandıran, yanıltan bir nüfusu da onlar inkar etmemeli. Bunların; onca fedakarlık yuvası kamu sağlık kurumlarında da kusabildiğini, ama esas, imkanı olana büyük imkanlar sunan, lakin "piyasa koşulları"nın kimilerini insanlıktan çıkarabildiği, özel laboratuar, özel teşhis kliniği, özel hastane, özel sigorta dünyasında fışkırabildiğini de görebilmeliler.
Sağlıkta adaletin, fırsat ve imkan eşitliğinin zaten sizlere ömür bir fikir olması bir yana... Sağlık hukukunun zayıflığı da, çoğu zaman hastayı çaresiz, çarpıldığıyla ve yanıldığıyla kalmış bırakıyor. Kısa sürede, "madalyonun iki yüzü"ne dair felaketlere tanık olduk. Bir yüzü, hayatı zaten "aşiret düzeni" gibi gören bir kültürün içinden bir profesöre sıkılan "intikam, töre, kin" kurşunlarıydı. Birçok doktor, bu şiddet ve nefret vadisinde, kurtların önündeki kuzu gibi kalıveriyor. Bu yüzden, cinayet şiddetle kınandı; eylemler yapıldı. Bir de "öteki yüz" var. Herkes intikamcı, herkes silahlı, külahlı, herkes aşiret, töre, pusu kültürünün çocukları değil. Tam tersine, birçok durumda, sessiz, çaresiz, bilgisiz ya da efendi nice hasta, doktorun, hastanenin, kliniğin, laboratuarın, sigorta şirketinin "şiddeti"ne maruz kalıyor. Parasal şiddet... Yanlış teşhis şiddeti... Yanlış tedavi şiddeti... Umursamazlık şiddeti... Duyarsızlık şiddeti... İstismar şiddeti... Cehaletin veya cüretin şiddeti... Yanılgının, özensizliğin, dikkatsizliğin şiddeti. Başıma da geldiğinden, elbet için için öfke doluyum. Özensiz bir doktorun pişkinlikle aynen devam etmesini de, acımasız sigortacıların başka hastaları infaz etmesini de, itiraf edeyim, kişisel bir öfkeyle kabullenemiyorum. Ne diye saklayayım!
Lakin, ben hala hayatta, sıhhatte ve afiyetteyim! "Madalyonun öteki yüzü"nde, mesela, yıllar önce "kanser teşhisi" konan, ona uygun şiddetli tedavi uygulanan, bedeni o tedaviyle yıpranan, o tedavi için muhtemelen hormonları altüst edilen, manevi dünyası o süreçte sarsılan bir kadının, bir eşin, bir annenin, bir üniversite hocasının... Aradan epey geçtikten sonra, "tahlillerin karıştığı"nı "sevinçle" öğrenmesi, o sevinçle sarıldığı yaşama ise yıllar sonra, nasıl bir haleti ruhiye içindeyse, Boğaz Köprüsü üstünden atlayarak son vermesi de var. Karışan tahliller, lüzumsuz tedaviler, özel durumları hiç umursanmayan hastalar, atlanan damarlar, kaçırılan tümörler, yüklenen ilaçlar, ışınlar, dozlar, faturalar vesaire. Genellemeyelim elbette. Ama bunlar da var. Ve bunlara karşı eylem yapacak kimse yok. Bir "Hasta hakları ve yakınları derneği"nden başka. Önceki gün köprüden atlayan Şadiye Kocabaş'ı, sorumsuzlukla tahlil karıştırarak "kanser yapan" kimdi, merak etmez misiniz?
|