Öyle tokat atılır mı?
Oyunun en ağır sahnesi. Serap, kötü adama tokat atıyor. O sessizlikte bir seyirci kendini tutamıyor: "uff!"
Artık beni tanıyorsunuz, kendimi daha değerli, entelektüel vs. göstermek için yapmadığım şeyleri yapmış gibi göstermiyorum. Ben popüler kültür insanlarındanım. Sinemaya gideyim, 'Dolby Surround' sistemde yer gürlesin, uçaklar sağdan soldan geçsin, Dede Korkut üç boyutlu olarak canlandırılsın. Soy soylasın, boy boylasın ama mümkünse '5.1 Dolby' bazında yapsın bu eylemini. Bir tiyatroya gitmem için oyunun çok popüler olması lazım. Ya da kendimce ilginç nedenler bulmalıyım. 'Selvi Boylum Al Yazmalım'a gitmek için kapı gibi nedenlerim vardı: "Sevgi nedir, sevgi emektir" (Hadi ordan, yalannn... Nayır, nolamaz bırakma beni o şırfıntı için Fikret!)
NEDEN DVD'Sİ YOK? Atıf Yılmaz Hoca'nın ülkemize kazandırdığı en önemli aşk mabedlerinden birisidir 'Selvi Boylum, Al Yazmalım'. Televizyonda her yayınlanışında ağlar dururum bulduğum tüm fırsatlarda. (Neden bu filmin dvd'si hâlâ çıkmaz?) Geçen cuma gittim oyuna. Tiyatroya gideceğimi duyan değerli karşı sayfa komşum Bülent Cankurt '19. yüzyıl sanatları vs.' gibi karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan esprilerle beni ve saz arkadaşlarımı Taksim'e yolladılar. Sadri Alışık Tiyatrosu, Atlas Pasajı'nın içinde. Fotoğraf çekimini birkaç gün önce yapmıştık. Yani tuzum kuru idi. Bana sadece hiçbir şeyi beğenmeyen, her halttan olduğu kadar tiyatrodan da anlayan ve hatta bu konuda ukalalık bile yapabilen bir gazeteci kılığında oyunu seyretmek düştü.
DEKOR BİR GARİP... Salona girdiğimde ilk olarak gözüm tavandaki, tüm kabloları meydanda duran spotlara takıldı. Yani insan, bu kadar güzel korunmuş antika bir salonda böyle küçük detaylara dikkat etmez mi? Keremciğim bunu yazdım ama inşallah annen kızmaz..) Yerler ahşap, takır tukur sesler çıkıyor. Dekor bir garip! İşte oyun başlıyor... Çok şanssızlar. Çünkü 5-0 mağlup başlıyorlar oyuna. Hikayeye çok hakimiz, en küçük şeyde oyundan soğumaya hazırız. Bir de gözlerimiz Türkan Şoray ve Kadir İnanır'ı arıyor. Kulaklarımız da filmde onların dublajlarını yapan başarılı sesleri... İlk on dakika sonunda 'herhalde arada çaktırmadan çıkar giderim' diye düşünüyorum. Sıkıldım! Derken oyun bir anda kendine geliyor. İpek Tuzcuoğlu havaya giriyor. Kerem Alışık ondan geri kalmıyor. Yaa bazen kendimden çok utanıyorum. Ben Kerem alışık konusunda hâlâ Sibel Turnagöl ayrılığında kalmışım. Kerem Alışık deyince, aklıma magazin manzaraları geliyor. Oysa karşımda, İlyas rolünün hakkını veren olgun bir oyuncu var. Tamam bazı vücut dili sorunları var ama hangimizin yok ki böyle sorunları? Role o kadar iyi oturmuş ki, yavaş yavaş Kadir İnanır görüntüleri yerini Kerem Alışık'a bırakıyor.
HEYECAN FIRTINASI İpek Tuzcuoğlu zaten, (Asmalı Söğüt müydü neydi) televizyonda kendini ispat etmişti. Ama işte artık o Asya... Aşkın pençesinde bir o yana bir bu yana savrulup duruyor. Oyun da bize pençelerini iyice geçirdi, duvardan duvara çarpıyor. Artık tek handikapımız, hikayenin sonunu biliyor olmamız. Yoksa inanılmaz bir heyecan fırtınasına düşmek an meselesi. Bu arada seyirciye değinmeden edemeyeceğim. Tiyatro izlemeyi bilmeyen bir tek ben değilim. Canım sürekli patlamış mısır istiyor. Seyirci sürekli bir hareket içinde. Yer de ahşap olduğu için oyundaki her sessizlikte ortalığı bir gacırtı, gucurtu sarıyor. Sanki bir kağnıya binmiş uzun ince bir yoldayız. Titreşen cep telefonları maşallah karanlıkta ateş böceği gibi parlıyor. Bir de seyirci dizilere öyle alışmış ki. Sürekli yorum yapıyor. Yanımda bir teyze var, İlyas Asya'yı kaçırırken "Bir çocuk yaparsınız, ananız affeder artık" diyor. İlyas, Serap'la Asya'yı aldatıyor, teyze kızgın "Püh (tükürük efekti) boyun devrilsin!" Menderes Samancılar, Bahtiyar rolünde Asya'ya "Oğlunun adı ne" diye soruyor. Ön sıra hemen devreye giriyor: "Sameed"
SAĞLAM TOKAT! Ama başyapıt, Serap karakterinde harikalar yaratan Zuhal Topal'ın, oyunun kötü adamında süpper iş çıkaran Muharrem Özcan'a tokat salladığı an yaşandı. Sanırım Zuhal kendini rolüne kaptırıp gerçekten sağlam bir tokat attı Muharrem'e. Tam altlarına denk gelen seyirci kız kendini tutamayıp yüksek sesle "Uff" deyiverdi. Biz ve önümüzdeki beş sırada oturanlar iptal olduk. Direk gülme krizi. Ama ellerimiz ağzımızda. Osuruk benzeri sesler çıkarıyoruz. Ama bravo Zuhal ve Muharrem gülmedi. Menderes Samancılar hâlâ kapı gibi. Işıklar yandığında gerçekten kendimden utanıyorum. Alkışlamaktan ellerim patlıyor. Ağlamaktan içim çıkmış zaten. Mükemmel bir ekip. Mükemmel bir uyarlama. Hülya İniş'i kutlamak lazım. Olay yerini terk ederken dilimde şu replik var: Tiyatro nedir, tiyatro emektir...
|