| |
Kemalist modernleşmeden demokratikleşme-ye
Türkiye; AB ile tam üyelik müzakerelerine resmen başlamış, makro ekonomik göstergelerini sürekli düzelten, geçmişinde rastlanmayacak ölçüde yabancı sermaye alan ve dünya gündeminde önemi artan bir ülke mi? Yoksa, yolsuzluğun ve hırsızlığın azdığı, laikliğin sürekli aşındığı, niteliksiz bir grubun devlette militan bir kadrolaşmaya gittiği, kitlelerin umutsuzluğunun yükseldiği bir ülke mi?
Dışardan bakılınca başka bir Türkiye var... İçerden bakılınca ise başka bir Türkiye... Dışardan bakılınca; küreselleşmenin kültürel istikametini etkileyebilecek, farklı gelenekleri evrensel bir platformda buluşturabilecek, Müslüman kimliğini demokrasiyle evlendirebilecek bir ülke olarak dikkatle izlenmesi gereken bir Türkiye... İçerden bakılınca; yabancı takımları mafya bağlantılı karanlık adamlar vasıtasıyla dövmeye kalkan, "hukuk mu, ulema mı" tartışması yapan, şiddeti devlet içinde odaklanmış çeteler vasıtasıyla kışkırtan bir Türkiye...
Objektif bir analiz ve kavramsal bir siyasi tespit yapmak isteyen herkesin önceki günkü CHP'nin genel kongresindeki Deniz Baykal'ın konuşması ile AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın dün il başkanlarına yaptığı konuşmayı karşılaştırması gerekir. Deniz Baykal'ın konuşması CHP'nin cumhuriyetin başlangıcındaki "Kemalist modernleşme" dışında bir yenilenmeye uğramadığını gösteriyor. Baykal konuşmasını Müslüman kimlik ile baharatlandırmış olsa da temel çerçeve aynı durmakta. Recep Tayyip Erdoğan ise dış dünya ile yoğun temasın etkileşimi ve yönetimde olmanın sağladığı "farkında olma" mecburiyetiyle çok daha dışa açık ve teknik bir konuşma yaptı. Bunun kavramsal çerçevesi de henüz tam anlamıyla olgunlaşmamış bir "demokratik modernleşme" olarak tanımlanabilir... Galiba sorun bundan sonra başlamakta...
Rejimin dışladığı kitleleri oyuna dahil ederek onları modernleşmeye ve Türkiye'yi dünya ile daha sıkı bir şekilde irtibatlamaya çalışan "demokratik modernleşme"nin liderliğini yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın da süreç içinde konumuna ısınırken dalgalandığını görüyoruz. İki Recep Tayyip Erdoğan var: Birincisi dünya ile irtibatlı olanı, diğeri ise AK Parti tabını ile haşır neşir olanı... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile AK Parti Genel Başkanı Erdoğan arasında oluşan farklar, demokratik modernleşme sürecinin de net ve kolay bir süreç olmamasından kaynaklanıyor... Başbakan zaman zaman evrensel dünya ile dönüşme gayreti içinde zorlanan parti tabanı arasına sıkışıyor... 'Yeni siyaset' bu noktada belirlenecek gibi görünmekte...
Yıpranmış ve çağ karşısında geçerliliğini yitirmiş bir "Kemalist modernleşme" penceresinden bakarsak Başbakanı en ağır şekilde suçlamak hatta Taliban'la kıyaslamak söz konusu oluyor... "Demokratik modernleşme" penceresinden bakılınca ise varoşlara kilitlenmiş ve çaresizliğini dinden gelen referanslarla hafifletmeye çalışan kitleleri dönüştüren, çağdaşlaştıran, demokratikleştiren ve bu süreçte de zaman zaman etkilenerek geriye doğru da yalpalayan ve siyasal ortama eleştiri malzemesi üreten kimi hatalar yapan bir siyasetçi olarak görünüyor. Böyle ikili bir yapıda ne yapılmalı?
Türkiye'de eski anlayışı örnek alan ve bunu değişmez ilan eden bir siyasetin kalıcı ve başarılı olması mümkün değil, zaten bu AB süreci ile çelişiyor... Yeni bir siyasetin var olması, AK Parti'nin doğrularına sahip çıkacak, hatalarını eleştirecek ve sıkışık anlarda çözüm üreterek yapıcı bir yaklaşımı kalıcı bir üsluba dönüştürmesi gerekiyor... AK Parti'nin niteliksiz bir kadrolaşma gütmesini eleştirmenin, artan yolsuzluklara tavır koymanın, demokratik bir modernleşme sınırlarını ihlal eden gizli ve sinsi bir ihlale karşı çıkmanın ve sürecin sağlığını gözeten bir anlayışın başta AK Parti olmak üzere herkese büyük faydası var... Bunu siyaset henüz yapamıyor... Onun için de şizofrenik bir görüntü içinde, düzeysiz bir gündemle zamanı boş yere harcıyoruz... Nitelikli ve olumlu yanları pekiştiren, hataları giderecek ve "demokratik modernleşme" sürecini gözetecek eleştirel bir yol arkadaşlığı önem kazanıyor...
|