Aklımın dibini gösterdim!..
Makûs talihim, acı vatan Almanya'da da peşimi bırakmadı... Oysa planım, kendimden geçene kadar yedikten sonra kaplıcalarda ılık ılık yüzmekti...
'İyi günler Rahşan Hanım, Ben Lufthansa'dan İnci Gökçe, bir seyahat organizasyonumuz var. Acaba katılmayı düşünür müsünüz?' Rahşan Gülşan (İç ses): "Allahım herhalde Trinidad ve Tobago'dan başlayıp, Nepal'den çıkan bir seyahate imza atarız." Hemen dış sese geçeyim de ayıp olmasın: "Tabii ki Ayşe Hanım.. Yolculuk nereye inşallah?" "Almanya'nın başlayıp, şarap bölgesinde sonlandıracağız... Alman Turizm Merkezi ve Lufthansa olarak birlikte düzenliyoruz..." (İç ses, yazarımızın derinlerde ve aşağılarda olan bir tarafına kaçmıştır) "Süper Ayşe Hanım. Gerçekten ben de birkaç gündür artan sırt ağırlarımı hangi kaplıcada gideririm diye düşünüyordum..."
ÖLÜMCÜL SESSİZLİK Bu bir şaka değildi. Uçaktan inip, Münih yakınlarındaki "Bad Füssing'e vardığımızda 'Elm Sokağında Kabus' ile 'Yaşayan Ölülerin Dönüşü' filmleri arasında bir deneyimin tam ortasındaydım. Gözlerinizde küçük, sessiz bir kasaba canlandırın. Yapraklar dökülmüş, her yer sapsarı... Parklar, heykeller, bisiklet yolları... Şimdi bu manzaraya ağır bir sis ekleyin ve her yanda bastonları ile zar zor yürüyen 80-90 yaş grubu beyaz saçlı Alman yaşlılarını ekleyin. Hava karardığında kasaba ölümcül bir sessizliğe büründü... Yemek salonunda çatal bıçak seslerinden çok takır takır takırdayan takma diş sesleri geliyor. Belki böyle yazmak çok ayıp ama yaşlanmaktan çok korkuyorum. Ben de kendimi yemeğe verdim tabii ki! Planım, kendimden geçene kadar yiyip sızmak ve ertesi sabah kaplıcalarda ılık ılık yüzmek... Hafif sararmış şekilde odama çıktığımda saat 10'du. Kusmaya başladığımda ise 12.00. Doktor çağıracak kadar korktuğumda saat beş olmuştu. Yaşlılarla bu kadar uğraşırsan aha da Allah insanı böyle çarpar. Otel resepsiyonunu aradım. 60 yaşlarında bir adam açıp Almanca bir şeyler söyledi. "Doctor" dedim anlamadı. Sonra aklıma tüm bildiğim almanca kelimelerden ortaya karışık bir kokteyl yapmak geldi: "Ich bin, Ein Doctor Bitte, Danke" dedim. Telefonu kapattığımda adam hâlâ bir şeyler söylüyordu. Anlamadığını düşünüp resepsiyona indim. Resepsiyon kapkaranlıktı. Cep telefonumun ışığı ile santrali buldum. Orada uyandırma listesi vardı. İlk numarayı aradım: "Merhaba Türkçe biliyor musunuz" Telefondaki ses: "Uyandım teşekkür ederim" Çatt!... Aradığım bizim ekipten uykusu ağır biriydi. Birkaç yaşlı Almanı arayıp uyandırdım. Herhalde savaş çıktı sandılar. 6'ncı telefonda İnci'yi buldum. Yarım saat sonra Alman doktor ve ben birbirimize kavuşmuştuk. Ertesi sabah ise Türk doktor Hakan Yavuz'un müşfik kollarında idim. Ama hayatım kaymıştı. Bu arada İnci'yi son yüzyılda makyajsız gören olmamış. Ertesi sabah onu tanıyan tüm ekip aynı soruyu soruyordu: "İnci'nin makyajsız fotoğrafını çektin mi?"
HATIRLAMIYORUM Hastalığım, kaplıcalarda sizler için göğüs dekolteli fotoğraf çektirmemi engelledi. Çevreye veremediğim zarar için özür dilerim. O gün, Regensburg kentine gittik. Ama vallahi şehirle ilgili hiçbir halt hatırlamıyorum. Sadece iğneler yüzünden kaba etlerimin üzerine oturamadığım aklımda kalmış. Bir de dev bir köprüyü, bir katedralden önce bitirmek için ruhunu şeytana satan adamın hikayesi yer yer ses buluyor beynimde. Akşam Nürnberg'e varmıştık. Genç insanlar, yaşayan bir şehir ve tükenmek bilmeyen alışveriş kaynakları, beni biraz olsun kendime getirdi. Bunu da akşama doğru acıktığım için anladım. Gece sinemaya gittim. Jodie Foster'ın 'Flight Plan' filmini Almanca izledim. Filmin uçakla ilgili olduğunu anladım. Başka da bir şey anlamadım.
|