| |
Ankara'nın işi gerilim üretmek
Siz hiç şu son 3 yılda gergin geçmeyen bir 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları anımsıyor musunuz? Ya 30 Ağustos resepsiyonu? Ya 23 Nisan daveti? Ya 19 Mayıs töreni? O nedenle dün Ankara'da, devletin zirvesinde esen soğuk rüzgârlar bizi üşütmedi. Aksi olsa şaşırırdık.
Ankara'daki arkadaşlarımız 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının yine dondurucu soğuklukta geçtiğini anlattılar. Yok Cumhurbaşkanı ile Başbakan birbirinin yüzüne bakmamış. Yok Başbakan ile Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı selamlaşmamış. Yok Meclis Başkanı ile Genelkurmay Başkanı el sıkışmamış. Yok kimi erken ayrılmış, kimi bir köşeye çekilmiş... 3 yıldır her ulusal bayramda en küçük değişiklik bile yapılmayan ve bıktıransenaryonun bir kez daha sahnelenmesi. Devletin zirvesinde güven kaybolunca, aktörler de didişmeyi seven, hatta ondan beslenen yapıda olunca, daha nice bayramlar buz gibi geçmeye devam edecek. Çünkü gerilim yaratmak, Başbakan Erdoğan'ın huyu, CHP lideri Baykal'ın alışkanlığı, Cumhurbaşkanı Sezer'in de belirgin özelliği. Erdoğan 3 Kasım 2002 sonrası imaj değiştirmek; hırçın, sert, radikal sıfatlarından kurtulmak, başkenti diyaloga açık olduğuna ikna etmek için bir süre çaba harcadı. Ama sorunların ağırlığına iktidar yorgunluğu ve yıpranması da eklenince, eski ve doğalhaline dönüverdi. Gerekçesi de hazır: "3 yıldır iktidardayız. Bu gibi sorunları konsensüsle çözmek istediğimizi söyledik ama kimse bize yardımcı olmadı." Şimdi ağzını açanı paylıyor: "Kimseye başörtüsü üstünden politika yaptırmayız. Kimse şehit kanları üzerinden politika yapmaya kalkmasın. Kimse laiklik zırhının arkasına sığınıp bizimle uğraşmaya kalkmasın. Kimse bakanımı günah keçisi yapmaya kalkışmasın. Kimse bize bilgiçlik taslamasın. Kimse kafasının basmadığı konularda konuşmasın." (Sadece meşin yuvarlaktan söz açılınca biraz yumuşuyor Başbakan. İyi ama hep futbol muhabbeti olmaz ki!) Baykal'a gelince; 3 Kasım 2002 sonrası "Eski usül siyaset sona erdi. Kavga, gerginlik, tuzak ve yola mayın döşeme anlayışı sona erdi" demişti. Şimdi o da Erdoğan'la aşağıyukarı aynı frekansı yakalamak üzere: "Bunların karnı geniş. Neyi imzaladıklarını bile bilmiyorlar. Başbakan Türkiye'ye yakışmıyor. Gün gelip Meclis aritmetiği değişince Yüce Divan'da hesap verecekler." Sezer mi? Allah'ı var; o göreve başladığı 16 Mayıs 2000 tarihinden bu yana ağzını açmadı. Sadece Anayasa kitapçığı fırlattı, yasaları veto etti, atama kararnamelerini geri gönderdi, haftalık olağan görüşmeleri iptal etti. Bir de yayınladığı mesajlarla çaktı.
Üç yıldır aynı gündem Bu kez gerilimin nedeni YÖK'müş. YÖK'ün yargıya, yargının YÖK'e müdahalesiymiş... Farketmez; YÖK olmasaydı başörtüsü bahane oluşturacaktı. Başörtüsü olmasa imam-hatipler oltaya takılacaktı. İmam-hatipler olmasa Atatürk, laiklik, din ortaya sürülecekti. Çünkü üç yıldır gündemimiz hep bunlar. Sadece bunlar. Ve de her bayramda habercilerden aynı izlenimler: "Devletin zirvesinde kriz", "Gergin tören", "Ankara'da gerginlik... (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bayram sonrası Leyla Şahin davasındaki kesin kararını açıklayacak. Yani üniversitelerde başörtüsü yasağıyla ilgili son sözü söyleyecek. Ankara'da kopacak kıyamete hazır olun!) Türkiye Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği'nin araştırmasında, halkımızın yüzde 31.8'inin "hipertansif" olduğu ortaya çıktı. Dernek yetkilileri sonucu "Türkler yüksek tansiyonlu" diye duyurdu. Liderlerimizi uyarıyoruz; lütfen sağlığımızla oynamayın. Gerilimlerinizle, kavgalarınızla tansiyonumuzu yükseltmeyin. Hiç değilse bayramlarda kanımızı beynimize sıçratmayın. Birbirinize katlanamasanız bile en azından o anlamlı günlerde belli etmeyin. Zaten siyaset biraz da rol yapma mesleği değil mi?
|