|
|
|
|
'Yeşim seni sevmiyorum'
Eleman üşenmemiş dalgakıranın üzerine adam boyunda bu cümleyi yazmış. Usta bu nasıl sevmemektir bir anlat ya....
DIGITURK'te şu sıralar bir film gösteriliyor. Claude Chabrol imzalı 1966 yapımı Le Scandale, Champaign Murders. Acayip entrikalı bir film. Ama benim dikkatimi çeken filmin konusu değil, içinde geçen bir laf. Zengin adam Maurice Ronet) zengin kadınla evli eski jigolo arkadaşına (Anthony Perkins) şöyle diyor: "Hiçbir şey yapmamak göründüğünden daha zor bir iştir. Konsantrasyon gerektirir." Tesadüf şu ki hafta içi özel bir işim olmadığında en sevdiğim şey sanki o gün işe gidiyormuş gibi giyinip evden çıkmaktır. Hayatta birbirinden bağımsızmış gibi görünen dağınık parçalar böyle günlerde yerine oturur. Çay, tost ve gazeteler eşliğinde kahvaltı yaptıktan sonra dolmuşa atlayıp Taksim'e ayak bastım. Gümüşsuyu sırtlarından aşağı sahile yürümeye başladım. Hedef Karaköy. Tam genelevin hizasında telefon çaldı ve bizim elemanlardan biri "Abi nasılsın, nerdesin?" diye geyiğe başladı. Bazı insanların, kendilerinin asla bilemediği, bilemeyeceği bir özelliktir bu. En münasebetsiz zamanlarda arayıp geyiğe temayüllü konuşma özelliği. Misal, dolmuşta bozuk para ararken, eve girişte apartman kapısı ile daire kapısı arasında telefonun çekmediği 10 metrelik bölümü yürürken (buna gerçekten dayanamıyorum), toplantıda, asansörde, sevgilinle, eşinle herhangi bir ölüm kalım konuşması esnasında"Abi n'aber nerdesin, n'apıyosun ehe" Ben bu insana doğruyu söyleme gafletinde bulundum. "Karaköy'deyim" dedim. İlkokul düzeyinde bir dizi espriyi göğüsledikten sonra bir de baktım alt geçitteyim. "Abi burada çekmiyor sonra ararım ben seni" deyip salladım üzülerek. İskeleye gidip bir jeton aldım ve karşıya yollandım. Hiçbir şey yapmadan geçen günüm büyük bir heyecanla sürdü gitti. Çok uzatmayayım Kadıköy'de plakçılara filan baktım. Çiya'ya gidip patlıcan dolma yedim, Baylan'da Kup Griye götürdüm. Hitchcock'un North By Northwest'ini aldım. Bir Adriano Celentano plağı ısmarladım. Bu aralar 50'lere 60'lara taktığımı fark ettim. Dönerken vapurda acayip bir şey gördüm: "Seni Sevmiyorum Yeşim." Eleman üşenmemiş dalgakıranın üzerine adam boyunda kenarı konturlu, iki renkte bunu yazmış. Ve hesapta sevmiyor yani Yeşim'i. Usta bu nasıl sevmemektir. Hakikaten bir anlat ya... Üsküdar'dan şöyle Barbaros Bulvarı tepelerine doğru baktım. Karayolları'nın tam o tepedeki arazisinin olduğu yere doğru. Eskiden İstanbul'da gökdelen yoktu. Hepsi hepsi Zincirlikuyu'daki Karayolları binası. Şu siyah olan. Ne zaman bir filmde filan böyle bir arka plan gerekse zart burayı çekerlerdi. Kartallar Yüksek Uçar vardı o zaman. Banazlı İsmail'i işbaşında göstermeden kamera Karayolları binasını şöyle bir tarar aşağıdan yukarı. Derken Sadri Alışık belirir masasının başında... Sadri Alışık aramızdan ayrıldı. Dizinin senaristi Attila İlhan'ın öldüğü gündeyim. Ve karayolları binasının yerine 650 metrelik gökdelen yapılacak. Değişim böyle bir şey işte. Sen hissetmeden sistemli bir halde gelip silip süpürüyor ortalığı. Geminin kıçında arkama yaslandım."Seni sevmiyorum İstanbul" dedim içimden. Böyle de duygulara gark olabiliyorum yani...
Mehmet Tez
|
|
|
|
|
|
|
|
|