Beyoğlu'nun En Güzel Abisi... (19)
Elimizde katilinolduğunudüşündüğümüzbirkaç sakal kılıyla, onlarıkıyaslayacağımız üç kişininDNA'sından başkabir şey yoktu.
* Çetin Yordam'ın öldürüldüğü gece son konuştuğu kişi olan Ekstazy Ekrem, Başkomser Nevzat'a Çetin'in Kilis'teki uyuşturucu operasyonuna yardım eden itirafçı olduğunu doğrular. Tek bir sözcüğünü bile kaçırmadan ilgiyle dinledim anlattıklarını. "Peki öldürüldüğünü duyunca ne yaptınız?" Ekrem hemen cevap vermeyince ekledim: "Biz sizinle görüşmeye gelmeden önce öldürülmüş olduğunu duymuştunuz değil mi?" "Siz gelmeden birkaç saat önce duymuştum. Ne yapmam gerektiğini düşünüyordum ki, siz geldiniz. Konu gizli olduğu için de size her şeyi anlatamadım tabii. Ancak yukarısıyla görüştükten sonra sizi bilgilendirmemin daha doğru olacağına karar verdim." Onu kim öldürmüş olabilir diye soracaktım ki, kapı vuruldu, başımızı çevirince elinde kahve tepsisiyle Çaycı Rüstem'in içeri girdiğini gördük. Konuşmamıza verdiğimiz bu zorunlu ara Rüstem kahvelerimizi bırakıp çıkıncaya kadar sürdü. Ekrem elindeki kahveden bir yudum aldı, memnun bir ifadeyle gülümsedi: "Hıımm. Gerçekten de nefis olmuş." Ben de bir yudum aldım dediği kadar vardı. Bizim Rüstem konuşturmuştu yine sanatını. "Şey diyecektim müdürüm. Sizce kim öldürmüş olabilir Çetin'i?" "Bilemiyorum. Ama Çetin şu Çilem adındaki kadının başka biriyle ilişkisi olduğunu söyledi. Belki o adam..." "Adamın kim olduğunu biliyor muydu?" "Sanmıyorum. Bilse söylerdi. Ama galiba o adamdan da çekiniyordu. Hani bilmediğin birinden korkarsın ya..." Gerçekten de böyle biri olabilir miydi? Çilem olmadığını söylemişti ama... Neyse. "Şu Ekstazy Çetesi'nden biri yapmış olamaz mı bu işi müdürüm? Hani izini filan bulmuşlarsa diyorum." "Hiç sanmıyorum" dedi Ekrem kahvesinden ikinci yudumu aldıktan sonra. "O Ekstazy Çetesi bir aileden oluşuyor. Geniş bir aile. Son dönem birbirilerine girmişler. Para yüzünden. Yani bizim itirafçıyı düşünecek halleri yok." "O zaman kim yapmış olabilir?" "Sağır İhsan yapmış olabilir. Şu Tarlabaşılılar Kulübü'nün sahibi." "Ya Apti?" "Sanmıyorum. Öyle olsaydı benden yardım istemezdi." Bir süre ikimiz de susup kahvelerimizi içtik. Ekrem'i kızdıracağımı bile bile son sorumu sordum: "Kusura bakmayın ama sizden bir şey daha öğrenmem lazım." Ekrem gülümseyerek; "Tabii Nevzat Başkomserim, buyur ne demek." "İki gece önce, gece yarısı saat üçte neredeydiniz?" Ekrem'in gülümseyişi yüzünde dondu. Hiç duraksamadan yineledim. "Yani cinayet saatinde." Alınmış bir ifadeyle baktı yüzüme. "Ne o yoksa benden mi kuşkulanıyorsunuz?" "Prosedür diyelim müdürüm. Siz de bilirsiniz. Maktulle ilişkisi olan herkese sorarız bu soruyu." "Öyle olsun" dedi Ekrem. Eliyle kahve fincanını kendinden uzaklaştırarak sürdürdü sözlerini. "Evimdeydim, karımın yanında. İkna oldunuz mu şimdi?" "Teşekkür ederim Müdürüm. Çok yardımcı oldunuz." Kırgın, alınmış olarak çıktı odamdan Ekrem. Bir meslektaşının kendisini katil zanlısı olarak görmesini kabul edemiyordu. Bense sadece işimi yapıyordum. Üstelik yoğun koşturmacayla geçen iki gün boyunca hala bir sonuca ulaşamamıştık. Elimizde katilin olduğunu düşündüğümüz birkaç sakal kılıyla, onları kıyaslayabileceğimiz üç kişinin DNA'sından başka birşey yoktu. Ben de Zeynep ve Ali gibi, sakal kılının dibinde bulduğumuz köklerdeki DNA'nın elimizdeki üç zanlıdan birininkiyle uymasını bekliyordum. Ama çoğu zaman olduğu gibi beklentilerimiz boşa çıktı. Köklerde bulduğumuz DNA elimizdeki zanlıların üçüyle de uyuşmuyordu. Ya zanlılarımız gerçekten masumdu ya da sakal kılları katile ait değildi. Odamda oturmuş düşünürken, "Şu sevgili meselesi" dedi Zeynep, "Gerçekten de böyle bir adam olmasın?" "Zeynep haklı olabilir" diye atıldı Ali. "Mesela şu Müslim. Gerçi Çilem ona abi diyor ama belki de korumak için öyle söylüyor." Ah aşk dedim içimden sen nelere kadirsin. Eskiden Ali, Zeynep'in her söylediğine karşı çıkardı. Şimdi ise onaylıyor. Ama söyledikleri mantıklıydı. Olaya taraf olan kişilerden konuşmadığımız tek kişi Müslim'di. Onu da ziyaret etmekte yarar vardı. Hem zaten ne kaybederdik ki. O gece saat on gibi damladık Neşe Pavyon'a. Sahnede yarı çıplak bir kadın vardı. Her kıpırtısında yapaylığı biraz daha belirginleşen şuh bir yüz ifadesi, abartılı beden hareketleriyle hüzzam bir şarkı söylüyordu. Kadının sesi, tonlaması o kadar kötüydü ki, söylüyor değil, şarkıyı katlediyor demek daha doğru olurdu. Pavyonda fazla müşteri yoktu, on beşe yakın masadan sadece üçü doluydu. Pavyon için vakit henüz erken olmasına karşın üç masadaki altı erkek müşteri daha şimdiden havaya girmişlerdi. Her masaya ikişer konsomatris oturmuştu. Duvarlara dayanmış dört masada ise beş konsomatris müşteri bekliyordu. İçeri girer girmez, av bekleyen avcı gibi gözlerini bize diktiler. Bakınırken hemen bir garson yanımızda bitiverdi. Daha söyleyeceklerimizi bile dinlemeden," Buyrun, sizi şöyle alalım" diyerek sahnenin önündeki boş masalardan birini gösterdi. "Masa filan istemiyoruz" dedi Ali buyurgan bir tonla. "Biz polisiz, Müslim Bey'le görüşeceğiz."
|