| |
|
|
Duvara konuşmak
Gazetecilik bazen keyifli, bazen keyifsiz. Doğru gitmeyen bir olayı veya bir rezaleti görüyorsunuz, yazıyorsunuz. Düzeliyor, düzeltiliyor.. Keyifli. Yine benzer bir durumla karşılaşıyorsunuz. Yazıyorsunuz, belgesini koyuyorsunuz. İlgilileri uyarıyorsunuz hiçbir şey olmuyor. Yetkililer tınmıyor. Sanki bir duvara konuşuyormuş gibi oluyorsunuz. Keyfiniz kaçıyor. Aynen New York Başkonsolusu Sevgili Ömer Önhon'un yolladığı fıkrada olduğu gibi. "Kudüs'te görevlendirilen bir gazeteci, Ağlama Duvarı'nın önünden her geçişinde yaşlı bir Musevi'nin orada öyle durup dua ettiğini fark etmiş. Bir hafta, iki hafta... Sonunda adamla bir röportaj yapmaya karar vermiş. İzin alıp teybini açmış, sormuş adama: - Adınız? - David. Polonya Yahudisiyim. Yaşım 65. Smalla'da bir manav dükkanım var. Evliyim. İki çocuğum Tel Aviv'de bir çiçek serasında çalışıyor... - Sizi her gün burada, Ağlama Duvarı'nın önünde, dua ederken görüyorum. - Evet, her sabah dükkanı açmadan buraya gelirim. Dünya barışı ve insanların kardeşliği için dua ederim. Öğle tatilinde bu sefer insanların mutluluğu, acıların sona ermesi için Yaradan'a yalvarırım. Akşam da eve dönerken, bu kez dürüst ve iyi insanların esenliği için dua ederim. Cumartesi günümü de burada, yine dua ederek geçiririm. - Ne güzel! Kaç senedir bunu sürdürüyorsunuz? - İsrail'e göçtüğümden beri, yani 40 yılı geçti. Gazeteci heyecanla sormuş: - 40 yıldır her gün dua ediyorsunuz. 40 yıldır yılmadınız. Bugün nasıl bir duygu içindesiniz, neler hissediyorsunuz? Uzun uzun iç geçirmiş yaşlı Musevi; sonra bezgin bir sesle cevap vermiş: - Vallahi artık bilemiyorum. İçimde, duvara konuşuyormuşum gibi bir his var."
|