Barış dini İslam (2)
Barışın bir ayağı da akılda olup kötülüğe iyilikle karşılık verme erdemini insana "düşünen akıl" kazandırır. Ra'd 19'da yer alan "düşünen akıl" kavramının bir ürünü de, 22. âyette "kötülüğe iyilikle mukabele etme" şeklinde ortaya çıkmaktadır. Akıl, düşmanlığı değil, barışı, güveni ve ıslahatı arar. Akıl insanlar arasındaki düşmanlık duygusunun zincirini kıran en önemli güçtür. Aklın en önemli ilkelerinden biri, kötülükle kötülüklerin ortadan kaldırılamayacağıdır. Çatışmayı, düşmanlığı barışa dönüştürecek olan şeyin akıl olduğunu haber veren Kur'ân, insanlara, barışa götürecek olan diğer bir yolu da öğretmektedir. "Taş" manasına gelen ve hicr de denen "akıl", çatışma ve düşmanlıkları ortadan kaldırıp yok eden eylemi gerçekleştirmektedir. Barış, diğer taraftan da bir bilgi işidir. Cehaletin kol gezdiği, dumanını bir kara bulut gibi insanlığın üzerine saldığı yerde, bilginin Nûru olmadan barışı gerçekleştirmek mümkün değildir. Demek ki akıl, bilgi, adalet, kardeşlik ve takvanın oluşturduğu engin bir kültür insanlığa barışı getirecektir. Bu evrensel değerler olmadan barış ülkesinin kapısından topluca girmenin hayal olacağı bir gerçektir. Barış kültürünün ham maddelerini oluşturan bu değerler aynı zamanda onu yoğurmakta, kıvamına erdirmekte ve hayatını devam ettirmektedir. Siyaseti, kültürü, ekonomi ve eğitimi ifsat edecek çatışmalara giren insanlara; akıl, bilgi, adalet, kardeşlik ve sakınma duygusu ile yaklaşıp onları bu kültüre davet etmekle barışın temin edilmesi mümkün olacaktır. Yüce Allah, "Hepiniz beraberce barışa girin!" derken, bütün bu değerlerle birlikte barışa girileceğine de işaret etmiş olmaktadır: "Allah, kullarını barış yurduna çağırır ve O, dileyeni doğru yola iletir" (Yûnus 10/25). Yüce Allah bu âyetinde "barış yurdu"ndan bahsetmekte ve o yurda davet ettiğini ilan etmektedir ki bu, Kur'ân'ın insanlığa barışı getirmek, dünyayı da barış yurdu haline getirmek için gönderildiği anlamına gelir. Yüce Allah'ın "Barışa girin!" buyurmasıyla, "barış yurduna çağırması" aynı şeyi ifade etmektedir. silm kökünden türeyen islâm kelimesi de "barış dini" anlamını ifade etmektedir. "İslâm din kavramını Türkçe ifade edecek olursak, "barış dini" diyebiliriz. İslâm dini, kavga, düşmanlık, kin ve çatışma dini değil, barış, mutluluk ve esenlik dinidir. Bu noktada, "Barışın olmadığı yerde ne vardır?" sualine, âyetin ikinci bölümüne geçerek cevap verebiliriz: 2. "Şeytanın adımlarına uymayın!" Demek ki barışın olmadığı yerde şeytanın adımları ve ona tâbi olma vardır. Ferdmanada iç âleminde barışı tesis edemeyen insan, şeytana tâbi olacaktır; toplumsal manada barışı temin edemeyenlerin de takip edeceği yol, şeytanın yoludur. Milletlerarası barışın en büyük düşmanı şeytandır. Şeytanın yoluna uyanlar, barışın azılı düşmanı haline gelmekte ve durmadan barışı yaralamakla meşgul olmaktadırlar. Yüce Allah barış yurduna çağırırken, şeytan düşmanlık yurduna çağırmaktadır. Barışı terkedenlerin yurdu, şeytanın tesis ettiği düşmanlık yurdu olacaktır. Şeytanın izini takip etmek, ona kulköle olmaktır. Şeytan ise kendi kullarından kendisine ibadet etmelerini ister. Şeytana yapılan ibadetin başında ise, barışı yok etmek ve düşmanlık tohumlarını ekmek gelmektedir. Çünkü âyetin üçüncü kısmı bunun nedenini vermektedir: 3. "Çünkü şeytan sizin apaçık düşmanınızdır." Düşman, düşmanının barış içinde yaşamasını istemez. Aslında bu âyetteki şeytan, insan şeytanlarını da kapsamına almaktadır. Çünkü barışı yaralayan, topluma düşmanlık duyguları eken ve insanları çatıştıran insanlar da şeytan şahsiyetine bürünmüşlerdir. Bu insan ve cin şeytanları, düşmanlıkları körüklemek için birbirlerine yaldızlı sözler söylerler: "Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar" (En'âm 6/112). Fısıldanan yaldızlı sözler; hem yazdıkları kitapları, hem de konuştukları sözleri kapsamaktadır. Allah, bu âyet ile müslümanlara düşmanlarını tanıtarak onları bilinçlendirmeyi amaçlamaktadır. Müslüman kimin peşinden gittiğini bilmeli ve düşmanını iyi tanımalıdır. Barışı bozanları düşman ilan eden Allah, insanlara düşmanı tanımanın evrensel ölçütünü vermektedir. Onun içindir ki din eğitiminde görev alanlar, insan ve cinden olan düşmanlarını tanıtarak insanları bilinçlendirmelidirler. Yüce Allah barıştan ayrılmanın yanlış olduğunu şu ayeti ile açıklamaktadır: "Size apaçık deliller geldikten sonra, eğer barıştan ayrılırsanız, bilin ki, Allah kudret ve hikmet sahibidir" (Bakara, 209). Bu anlatılan şeyler, insanlıkta olan kötülüklerle iyiliklerin boyutlarını, alanlarını ve derinliklerini sosyolojik perspektifle ortaya koymaktadır. İşte bütün bu iyi ve kötü oluşumlara karşı Yüce Allah, inananlardan barış içinde olmalarını istemiştir. Çünkü barıştan ayrılmak, şeytanın adımlarına tâbi olma ile sonuçlanacaktır. Fesat ve kültür çatışmalarının doğurduğu tozduman içinde barışın bayrağını ayakta tutacak insanların olması, insanlığın geleceğini aydınlatacaktır. Yüce Allah, Bakara 204'deki ifadesiyle hasımların en yamanı olan insanın; siyassosyal ve kültürel tahribatını önleyecek güçte olduğunu beyan etmektedir. Müslümanın barıştan yana tavır koyması, siyassosyal ve kültürel düzeni bozan hasmın etki alanını daraltacağı, gücünü kıracağı ve ıslahatı getireceği için Yüce Allah barışa girilmesini emretmiştir. Ama müslüman barıştan saparsa, Allah bu sıfatlarıyla bu düzenlemeleri yapacaktır; çünkü O mülkünde galip ve işlerini yerli yerinde yapandır. Yüce Allah, müslümanların; bu kara bulutu insanlığın üzerinden kaldırmasını; barışın bu faaliyeti gerçekleştirmek için ne kadar güçlü bir olgu olduğunu öğretmeyi; kulun yaptığı kötülükleri, yine kulun gayretiyle ortadan kaldırmayı murad etmektedir. O zaman bu çalışma bir ibadet olacağı için, insanlığa zenginlik, bereket ve zindelik getirecek, Yüce Allah'ın gazabını önleyecektir. Şâyet müslüman bu problemleri çözmekten vazgeçerse, Allah'ın onlara müdahalesi, azabını gönderme şeklinde tecelli edebilir. Onun içindir ki, Yüce Allah azabını göndermeden, müslümandan bu olumsuzlukları gidermelerini ve ilk adımı barıştan yana atmalarını öğütlemektedir.
|