|
|
Ailesine düşkün diyorlar ama sevgilisine ne demeli?
Geçenlerde bir kadın okuyucum yazmış. Röportaj yaptığım pazartesi konuklarından biriyle ilgili. Özel olduğu için ismini açıklayamıyorum. Diyor ki: "Röportaj yaptığınız kişiye aşıktım ben. Bana hayatta durduk yerde 'Nasılsın?' diye soran ilk insandı. Belki de, hatta son insandı diyebilirim. Çünkü ondan sonra hiç kimse sormadı. Onu çok severdim ama her şeyi ile benden bir numara büyüktü. İnanır mısınız onca zaman geçmesine rağmen onu hala unutamadım." Müthiş çarptı bu mail beni. Öylesine içten öylesine gerçekti ki... "Sahi" diye düşündüm. En son kime tamamen durduk yerde ama hissederek "Nasılsın?" diye sordum? "Ne var ne yok" ya da sabahları karşılaşınca söylenilen "Nasılsın"lardan bahsetmiyorum. İçten gelen bir "İyi misin?" cümlesini kastediyorum. Gerçekten karşınızdakinin iyi olup olmadığıyla ilgilendiğiniz o cümleden. Röportajların zor kısmı sadece soru-cevap bölümü değil, inanın. Randevu alabilmek, karşısına oturabilmek, yaklaşık bir saatte hiç tanımadığınız birini hayatının gizli kalmış yönlerini anlatmaya onu ikna etmek... Bunlar tabii ki zor. Ama bir de madalyonun diğer tarafı var. Geçenlerde yine Pazartesi Sohbeti'ne konuk olan biri hakkında bir telefon aldım. Telefondaki kadın (ki o da başarılı bir işkadını) "Nasıl yaparsınız?" diye bağırıyordu. "Nasıl yaparsınız? O kadın kocamı baştan çıkardı, bizi boşanmanın eşiğine getirdi, siz nasıl olur da onu makbul bir şey gibi sunarsınız?" İnsan bu gibi zamanlarda ne söyleyeceğini şaşırıyor. "Özel hayatını değil, yaptığı işleri konuşmak için gitmiştim" falan gibi bir şeyler gevelediğimi hatırlıyorum. Telefonu kapadıktan sonra uzun süre kendime gelemedim. Ya gelen mailler? *O sizin yazdığınız kadar cömert biri değil, aksine bakkala bile borcu var. *Ailesine düşkün olduğunu söylüyor ama 22 yaşındaki sevgilisine ne demeli? *Dinine sahip çıkıyor ama asla namaz kılmaz, biliyor musunuz? Hayır bilmiyorum ve bilmek de istemiyorum galiba. Diyorum ya, biriyle röportaja giderken çalışıyorum çalışmasına ama böylesine özel bilgileri öğrenemiyorum tabii. Hoş öğrensem ne olacak? Avrupa Birliği konuşurken "Türkiye'nin sorumlulukları diyorsunuz ama öğrendiğim kadarıyla sizin bakkala borcunuz varmış, önce onu bir ödeyin" mi diyeceğim? Ne anlatıyorlarsa onu aktarıyorum, dümdüz. Bazen yorumlarımı da katıyorum tabii, portre haline getiriyorum söyleşiyi. İsterdim "Hayatta bana 'nasılsın' diye soran tek insandı" bilgisine önceden sahip olmayı. O gözle bakardım konuğuma, öyle derin sohbetlere dalardım belki. Ama o kadar işte, ben hayata pozitif bakıyorum, suç mu? Bardağın dolu tarafını tercih ediyorum. Sahi bunu mu istiyorsunuz ey okuyucu? Gerçekten de röportajlarda bile "Biri bizi gözetliyor" havası mı arıyorsunuz? Var yüzlerce magazin röportajı, niye ille de benimkiler? Nasılsınız bugünlerde? İyi misiniz ey okuyucu?
|