| |
Uzatmalı aşka zoraki nişan
AB ile 42 yıllık flört dün yüzüklerin takılmasıyla resmi ilişkiye dönüştü. Biraz da "Konu-komşuya rezil olmayalım" kaygısıyla... Gönülsüz nişanın evlilikle sonuçlanması mı daha güçlü olasılık, yoksa taraflardan birinin yüzüğü fırlatması mı; göreceğiz..
Buna da şükür. 1997'de Lüksemburg'ta yüzümüze kapatılan AB kapısı, 8 yıl sonra yine Lüksemburg'ta açıldı. Ancak AB'nin 6 kurucu üyesinden biri olan bu küçük dükalıkta, iki gün boyunca yaşananları (diplomatlara göre insanın içini bulandıracak kadar seviyesiz ayakoyunları sergilendi) ve ortaya çıkan sonucu çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Tablo şu: 1- Avrupa birçok ruhsal hastalığın iç içe geçtiği ağır bir bunalımın pençesinde çırpınıyor: İçe kapanma, vesvese, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, kimliğinden kuşku, gelecek korkusu... 2- Avrupa son tahlilde her türlü ahlaki değerini unutacak kadar yozlaştı: Kötüniyet, önyargı, ikiyüzlülük, artık gizlemekte güçlük çektiği yüzlerce yıllık kin, sözünden dönme pişkinliği... 3- Bu hasta ve Protestan ahlakının en temel erdemlerini bile yitirmiş AB ile 10- 11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde belirlenen çerçevenin çok gerisinde bir konumda masaya oturuyoruz. Şöyle: Helsinki Zirvesi'nde Türkiye, "Diğer aday devletlerin tabi olduğu ölçütlerin aynısına tabi olarak Birliğe katılma doğrultusunda ilerleyen aday devlet" ilan edildi. Bu, "Türkiye'ye diğer aday ülkelerle eşit muamele yapılacak" anlamına geliyordu. Yani diğer adaylara olduğu gibi, müzakerelerin açılma tarihi, kaç yıl süreceği ve koşulları önceden belirlenecekti. AB Komisyonu'nun 6 Ekim 2004'te yayınladığı Türkiye İlerleme Raporu'nda ve AB Konseyi'ne tavsiye raporunda bu sözlerin hepsi bir yana itildi: Müzakerelerin 10,15, hatta 20 yıl sürebileceği yazıldı. Görüşmelerin ucunun açık olduğu ifade edildi. Tam üyelikle bitmeyebileceği belirtildi. Görüşmeler sonunda Türkiye hazır olsa bile, AB'nin sindirim yeteneği zorlanırsa ya da AB hazır değilse, üyeliğe kabul edilmeyebileceği vurgulandı.
"Partner"i iyi tanıyalım 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nde işte bu raporlar doğrultusunda bir çerçeve çizildi. Bitmedi. Daha sonra Fransa ve Avusturya, müzakerelerin bitiminde Türkiye'nin üyeliğini referanduma sunma koşulunu eklediler. Yine Avusturya, Türkiye'yle müzakerelerin açılmasını Hırvatistan'a bağladı. Yine bitmedi. "Yol haritası" olan belgede "Görüşmelerin ortak hedefi tam üyeliktir" ifadesi, ilk madde olmaktan çıkarıldı, daha aşağılara taşındı. AB'nin sindirim kapasitesinin ölçüsü "mide"den "işkembe"ye dönüştürüldü. Rumlar'a uluslararası kuruluşlarda köstek olmamayı, 2006 içinde limanları açmayı hiç saymayalım... Eski Başbakan Mesut Yılmaz'ın ifadesiyle "70 milyonun geleceğini 700 bin Rum'un eline teslim eden" görüşme mekanizmasını da... Böyle uzun uzun sıralamamızın nedeni karamsarlık yaymak değil. Tam tersine, bugüne kadar sayısız kez gördüğümüz aşırı ve de temelsiz iyimserlikten sıyrılmamız, muhatabımızdan beklentileri gerçekçi bir tabana oturtmak gerektiğini vurgulamak. Çünkü 42 yıllık flörtten sonra dün nişan yüzüklerini taktığımız "partner"imizle aşk değil, mantık, hatta protokol evliliği yapacağız. Yapabilirsek. Dahası, "partner"imiz o tarihi belirsiz nikah törenine kadar hayatta kalırsa. Baksanıza son kamuoyu araştırmalarına göre, AB'nin itici motoru olan Fransızlar, Almanlar, İngilizler ve Polonyalılar'ın çoğu AB'den umutlarını kesmişler bile. Yani o çok uzak tarihteki nikahtan sonra yeni evlilerin motorsuz bir otomobille balayına çıkmaları olasılığı da hayli fazla. Neyse... Nişanın hiç değilse ilk günü iyi düşünelim ve mutluluk dileyelim...
|