Yiğidi öldür ama hakkını yeme
Hem Türkiye, hem de AB için ciddi bir sorun olan 3 Ekim düğümü çözülmeden yazdığım için maceranın resmi sonucunu bilemiyorum. Ancak hükümetin bu iki günübir nokta hariç- iyi yönettiğinden eminim. Kıbrıs, Kuzey Irak ve bölücülük konusunda bir türlü sergilenemeyen tavır ortaya konmuş ve bu satırların yazıldığı dakikaya kadar korunmuştur: -Ne yaparsanız yapın bana kırmızı çizgilerimi çiğnetemeyeceksiniz! Bu tavrın son ana kadar sürmesi hem AB, hem de ülke için büyük hayırdır. Şimdiye kadar asli hesaplaşmasını erteleyen AB için bu tıkanma iyi olacaktır. Birlik, 'AB bir Hıristiyan kulübü müdür, değil midir?' sorusunun cevabını kesinleştirmeden hiçbir yere gidemeyeceğini görecektir! AB Hıristiyan Kulübü ise insanlık için heyecan verici boyutu sıfırdır; kendisi ile Haçlı İttifakı arasında sadece on asırlık bir maddi gelişmişlik farkı var demektir. AB'nin evrensel anlam taşıyabilmesi bütün zamanların siyasi deneylerinden zorunlu derslerin çıkarılmasına bağlıdır. Bu da, 'Hıristiyan Kulübü' değil, beylik, hanlık, şehir-devlet, devlet, imparatorluk gibi yapıların çok ilerisinde 'hakkaniyet esaslı bir birlik' oluşturup yeni bir 'dünyevi düzen' öngörmesi demektir. 'Yeni bir dünya düzeni' değil, dünyevi düzen! Yani, inanç ve vicdan alanına karışmayan, insanların temel evrensel değer ve ilkelerle barışçıl bir ortamda yaşamalarını sağlayan örnek bir siyasi bütünleşme... AB daha en temel sorununu çözememiş iradelerin harmanından başka bir şey değil... 'Önce birlik olalım, sonra anlaşırız' diyerek yola çıkıldığı için uzlaşmanın kolay olduğu konulardan başlayarak birliğin 'sorun çözme yeteneği' geliştirilmek istenmiştir. Ancak, 'Hıristiyan Kulübü' olup olmama konusu böyle bir birlik için sonraya bırakılacak bir mesele değildi. Başlangıçta kolay konulardaki uzlaşma hızı, AB üyelerinin hevesini artırmış, ayrıca bazı çetin sorunları aşmada gösterilen beceri birliğin geleceğine inancı güçlendirmiştir. Şimdi onlar da, 'Hıristiyan Kulübü' olup olmama kararını ertelemekle hata ettiklerini görecekler. AB için 'milli iradeler' de geleceğe ertelenen konulardandı. Yine şimdi görüldü ki, değil 'milli iradeler', 'milli ütopyalar' bile AB için bozguncu ve dağıtıcı birer yük olarak başlangıçtan bugüne taşındı. Onun içindir ki küçük Avusturya bir dönem eyalet edindiği Hırvatistan'ı 3 Ekim pazarlığına soktu.
1986'da 'Serbest Dolaşım Hakkı'nı kullanamaz hale geldiği günden bu yana AB sürecini çok kötü yöneten Türkiye ilk defa 3 Ekim aşamasında devlet gibi davranabileceğini gösterdi! Bunu sürdürmeleri halinde Erdoğan ve özellikle de Gül'e vatandaş olarak minnet duyacağım. Ancak bu minnet, yazıya girişti 'bir nokta hariç' diye işaret ettiğim husus hariç. O da Erdoğan'ın 3 Ekim günü yaptığı MHP'ye tamamen gerçekdışı ifade kullanarak sataşmasıdır. Tabii ki MHP üst yönetimine yönelik eleştirilerim baki! Fakat Bahçeli'yi kastederek 'AB müktesebatı ile ilgili düzenlemeleri yapacaksın, hatta terör örgütü liderinin idam cezasını kaldıracaksın, sonra da bize akıl vermeye kalkışacaksın' diyen Erdoğan'ın yaptığı haksızlığı görmezden gelemem! 3 Kasım 2002 seçimlerine gelinirken Meclis'te idam cezasının kaldırılması konusunda MHP -katılmadığım bir tavırla- aleyhte oy kullanmıştır! Buna karşılık o zaman grup kurmuş bulunan AKP idam cezasının kaldırılmasını savunmuş, diğer partilerle birlikte yasalaşmasını sağlamıştır. İnsanların çoğu bunu bilmiyor veya unutmuş olabilir. Lakin gerçeğin içinde yaşayan Erdoğan bu çarpıtmayı hangi gerekçeyle vicdanına yakıştırabilmiştir?
-MHP o kadar kötü ki, onlarla savaşmak için iftira bile caizdir! Diyelim ki MHP o kadar kötüdür! Fakat yine de, hangi meşrepten olursa olsun bir başbakanın gerçekdışı beyana tenezzül etmesinden acı ve utanç duyuyorum. Türkiye'de -ben dahil herkes tarafından- kolayca eleştirilen MHP'ye bu kadar haksızca saldırmayı Allah bağışlar mı? İşin aslını bilmeyen birçok kişiye 'Oo, Erdoğan MHP'ye ne gol attı' dedirtecek bu gerçekdışı beyanın uhrevi ve dünyevi bir bedeli olmayacak mı?
|