........?
Hazmedemedikle-rinden midir ki? İşte girişteki bu uzun kelime kadar uzun, çetrefil ve okuması zor bir süreçtir Lüksemburg toplantısı... Halbuki Lüksemburg, bir hayli küçük, sakin ve uysal bir ülkedir. Hiçbir anlaşmazlığı ve kavga gürültüyü içinde barındıramayacak kadar küçük ve munis... Zaten, toplantının yapıldığı Kirşberg Platosu'ndaki basın merkezindeki kalabalığı, ülkenin başka hiçbir yerinde göremezsiniz. Bu kalabalık çekilince şehir eski sessizliğine bürünecektir. Fakat, şimdi... Sıra sıra dizilmiş onlarca masanın üzerindeki yüzlerce bilgisayarların tuşlarına durmadan "haberler" vuruluyor. Mavi ekranlara "yorumlar" yoruluyor. Yetmiyor, kameraların karşısındaki onlarca gazeteci, gün 24 saat durmadan konuşuyor. Ne konuşuyorlar? Beş on dakika sonra söylenenlerin hiçbir "kıymet-i harbiyesi" kalmayacak oysa... Aslında söylenirken de yok ya... Çünkü ilk sözü ve son sözü hep "içerdekiler" söylüyor. Ve biz şu an itibariyle "içerde" ne olup bittiğini bilmiyoruz gerçekte... İçerdekiler çıkınca bileceğiz. Şu an itibariyle... Şu an, Türkiye'de saat öğleden sonra üç. Ve ben şimdi size Lüksemburg'dan "naklen yayın" yapıyorum. Gördüklerimi anlatıyorum: Görmediklerimi söyleme kudretine sahip değilim. Hiç kimse değil. Gördüğüm şudur: Oturduğumuz masa yaklaşık otuz metre uzunluğunda... Oturma düzeni karşılıklı... Ben bu yazı için bilgisayarımın tuşlarına dokunurken masanın karşı tarafında, yani bir metre kadar uzağımda, altısı kadın ikisi erkek, Hırvatistan medyası oturuyor. Oturuyorlar, sözün gelişi... Herkes gibi durmadan yazıyorlar. Ben onların ne yazdığını konuşmaların "gidişat"ından tahmin edebiliyorum. Onlarsa benim ne yazdığımı asla bilemeyecek. Yazımda "onlar"dan bahsettiğimi akıllarının ucundan geçiremezler. Altı kadının "beş"i kırklı yaşlarında... Hepsi de alımlılar. Gazetecilik hırsı ve işlerini yapma hevesi, otoriteyle karışık çekici bir hava veriyor kadınlara. Benim tam karşımda oturansa genç bir kız. Irkının en güzel örneklerinden olmalı. Güzelliğinin herkes farkında. Sarı lepiska saçları omzundan aşağı salınıyor. Mavi gözlerini bir an bile ayırmıyor bilgisayarından. Etrafla ilgilenmiyor. Ciddiyetini hiç bozmuyor. Ekibin en genci olduğu için kendini kanıtlama telaşında besbelli. Ekipteki orta yaşlı kadın meslektaşlarıyla, iki erkek gazeteci genç kıza yardımlarını esirgemiyorlar. Şimdi, orta yaşlı erkek gazeteci, kıza, kafeteryadan peynirli/salamlı sandviç getiriyor. Bir de diyet kola... Genç kız yavaş hareketlerle sandviçini yiyor. O sırada, erkeklerden biri, bir haber getiriyor. Ekip hareketleniyor. Kadınlar, teyplerini ve cep telefonlarını telaşla toparlayıp konferans salonuna doğru seğirtiyorlar. "Bir açıklama olabilir mi?" Biz de gidiyoruz. Bir şey yok. Herkes yerine dönüyor. Kız sandviçini yemeye devam ediyor. Bunları niye anlatıyoruz? Birkaç nedenle... Toplantıya dair bir şeyler yazmış olsaydık, muhtemelen sizin okuduğunuz saatlerde birçok şey değişmiş olacaktı. Oysa okuduğunuz bu satırların gerçekliği değişmeyecek. Bir de karşımdaki çalışkan ve güzel insanlar Hırvatistan'dan... Rastlantı işte. Dolaylı olarak Türkiye'nin Avrupa yolculuğunun tekerine çomak sokan "sorunlu" ülkenin gazetecileri... Karşı karşıya oturuyoruz... Onlar yakında iyice Avrupalı olacaklar. "Avrupalı"ların geri kalanı, yirmi birinci yüzyılın eşiğinde, Avrupa'nın göbeğinde işlenen insanlık suçlarının bir bölümüne "ortak" olmuş Hırvatistan'ın yakın tarihini unutacaklar. "Hazmedecekler!.." Etsinler, sorun yok! Benim için de sorun yok. Konuşsam, sorsam, karşımdakiler de "Ante Gotovina"dan, o "kasap"tan nefret ediyorlardır. Mutlaka öyledir, eminim. Öyleyse... Onların suçu ne? Başka şeylerden söz etmemin öteki sebebi de bu işte: Türkiye için ve Türkler için söylenen o kelime: "Hazmetmek!" Biliniyor ki, Avusturya filan bahane... AB, Türkiye'yi hazmedip hazmetmemenin son hesaplaşmasını yapıyor. Olay bu! (Yapıyordu!) Hazmetmek!.. Herkes bu kelimeyi nasıl da kolay hazmediyor, ne tuhaf? Benimse nedense ağırıma gidiyor. Bu arada... Lepiska saçlı kızın adı Barbara... Duyuyorum. Bu doğru. Bu haber değişmeyecek!..
|