Öncelikli tehdit 'kaht-ı rical'
Kısa bir süre önce Büyükanıt Paşa'nın 'öncelikli tehdit' olarak soyut 'irtica tehlikesi'ni belirtmesi ve bölücülüğü ikinci sıraya koymasını eleştirince Serpil Dedeoğlu isimli aydın bir okur itiraz etmişti: -Evet bence de irtica birinci tehlike çünkü diğer tehlikeler dışarıdan geliyor, en azından onların düşman olduğunu pek çoğumuz biliyoruz. İrtica ise rutubet gibi içten, temelden çürütüyor toplumu. Arkasından Cumhurbaşkanı Sezer de öncelikli tehdit olarak 'irtica' ile ilgili vurgu yapınca konuyu bir kere daha tartışmak zorunluluğunu hissettim. Bütün dikkatlerin 'AB ile tam üyelik müzakerelerinin başlaması'na odaklandığı saatlerde böyle bir konuya öncelik vermemin sebebi şu: Bir devlet için hiçbir tehlike, çarpık bir tehdit algılaması kadar korkunç değildir. Ülkenin altını oyan dış servislere yan bakacak cesareti bulamayan, gerçek tehlikelerle sanal tehlikeleri birbirine karıştıran, üstelik kamuoyunu da bu saplantılarla yönlendirmeye çalışan yetkililer, bir milletin geleceği için en büyük tehdidi oluştururlar! Kim ne derse desin bu yargımda ısrar ediyorum. Değerli okurumun 'onları tanıyoruz ama irticacıları tanıyamıyoruz' diyerek bu önceliği onaylaması ilk bakışta haklı gibi duruyor. Oysa irtica ile ilgili söylemlerin tamamı için de geçerli olmak üzere bu mantık tamamen çürüktür. Azıcık akılcı davranabilen her kişi 'tehdit büyük ama onu tanımıyorum' demekten utanır. Zira bu 'karanlıktan korkuyorum' diyen çocuğunki kadar yalın bir kuruntu halidir. Ne hazindir ki bizde bu çarpık mantığa sarılanlar ülkenin en yüksek sorumluluk mevkilerine gelebilmektedirler. Şimdiye kadar hiçbir şekilde tanımı kesinleştirilememiş ve hukukileştirilememiş irtica önceliğine karşı her özgür akıl, her bağımsız beyin ve en önemlisi her demokrat kişi sormak zorundadır: * Gerçekten bu ülkede irticacı kimdir? * Çıplak gözle baktığımızda ancak sayılı 'tescilli irticacı' görebiliyoruz. Devlet yetkilileri çok büyük bir tehlikeden söz ettiklerine göre gizlice sayımını yaptıkları (fişledikleri) milyonlarca irticacı mı var? * Ortada yasalarla tanımlanmış bir irtica suçu yok iken bu başlık altında dile getirilen tehdidin unsurları olarak farz edilen kişi ve örgütler hangi esaslara göre belirlenmektedir? * Kim oldukları ve nerede bulundukları, suçları ile hangi kötülüklere yol açtıkları somut şekilde bilinmeyen sanıkları suçlayacak kadar harcıalem beyanlarda bulunabilen bir devlet yetkilisiyle her felaketi kötü ruhlara bağlayan kişiler arasında ne kadar fark vardır? * Yetkililerimizin vurgu yaptığı 'irtica tehdidi' ile ABD'nin tek başına dünya hakimiyeti için 'yeni düşman' olarak ortaya attığı 'küresel köktendinci terör' arasında hangi farklar vardır? Daha açıkçası ABD'nin 'Öcü Müslüman' tanımı ile bizim laikçi yetkililerin 'irticacı canavar' tanımlaması birbirleriyle ne kadar örtüşmekte, ne kadar ayrışmaktadır? * İrtica tehdidi ile kastedilen iç düşman kime benzemektedir? İran'daki Şii fanatiklere mi, Irak'taki Sünni direnişçilere mi? * Bu tehdide en büyük önceliği verenlere göre bir vatandaş ne ölçüde Müslüman kalmalı ki, devlet tarafından öcü sayılmasın? Bütün bu soruların cevabını vermesi mümkün olmayan 'irtica-savar' kadroların kafasında var olan tanımı aslında bir kalemde söylemek mümkün: - İçki içmeyen her Müslüman fişlenmesi gereken potansiyel bir tehlikedir. Bir kişi eğer mutlak surette alkolden uzak duruyorsa, o ileride içki yasağı getirebilecek, onunla da kalmayıp içenleri Şeriat'a göre cezalandıracak potansiyel bir devlet ve düzen düşmanıdır. Bu kadar ilkel ve basit mi? Evet, aynen öyle! İçkiden uzak duran ve dinin farzlarına devam, hiçbir çevrenin 'irticacı' diye suçlanmamış ama bazı İslamcılar tarafından zındık dahi ilan edilmiş biri olarak gözlemlerimden eminim: Yaman bir 'kaht-ı rical' (devlet adamı kıtlığı) yaşayan Türkiye'de 'irtica-savar' güçlerin bilinçaltlarındaki sanık kitlesi, içkiden uzak milyonlarca vatandaşımızdan oluşur! Hele kişi hem içmiyor, hem de beş vakit namaz kılıyorsa, kesin dincidir ve öcüdür!
|