Son viraj
Almanya seçiminin sonuçlarına getirilen yorumlar biraz AB'nin genel halini de anlatıyor. Toz duman yatıştıktan sonra sonuçlara bakıldığında, AB'nin dinamo ülkesinin önümüzdeki en az dört yılı siyasi kriz veya kilitlenmeyle geçireceği anlaşılıyor. Alman seçmeni ekonomide köklü değişim gereğiyle, elindeki hakları muhafaza etme arasında seçim yapamadığından, Alman ekonomisini prangaya vuran atalet daha bir süre devam edecek. Kimi gözlemciler bu seçimde ortaya çıkan beş partili tablonun Almanya'da yeni bir siyasi mevzilenmenin başlangıcı anlamına geldiğini de savunuyor. Bu durumda ise Almanya'nın krizinin, siyasi alana hakim olacak bir hareket çıkana kadar süreceğini söylemek mümkün. Almanya'nın kilitlenmesi, AB'nin de bir bütün olarak ileriye yönelik hamleleri yapamayacağı anlamına geliyor. Komisyon Başkanı Barosso'nun telaşını da bu şekilde değerlendirmek gerekiyor. Almanya'nın krizi, Fransa'nın kimlik bunalımı ve idraksizliği ile birleşince daha yakın ve sıkı bir Avrupa'nın kurulması ihtimali giderek zayıflayacak. Daha çok İngilizler'in tercih ettiği türden gevşek bir Birliğin şekillenmesi ihtimali ise artacak. Bu arada AB'nin ortak bir dış politika oluşturma, kendini dünyada daha fazla rekabet edebilir konuma getirme ve güvenlik sorunlarına daha ciddi eğilme gibi zorunlulukları da ortadan kalkmayacak.
Fırtına, merkez ve ilkesizlik Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin AB açısından ne denli önemli olduğu da rahatlıkla anlaşılıyor. Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri seçkinlerinin yaptığı gibi Türkiye'nin seçkinlerinin de, AB'nin geleceğiyle ilgili konularda çok daha yaratıcı k atkılarda bulunabileceklerine kuşku yok. Neşe Düzel ile yaptığı söyleşide emekli büyükelçi Cem Duna'nın da vurguladığı gibi, aslında Türkiye üzerinde kopan fırtınanın kendisi bile Türkiye'nin AB'nin ta merkezinde yer aldığını gösteriyor. Tam da bu nedenle Kıbrıs konusu üzerinden müzakere sürecinin üzerine düşen gölgeyi anlamak güç. Daha da ileri gidilecek olursa, Kıbrıs üzerinden Fransa'nın ve bir ölçüde Avusturya'nın sergilediği ilkesizliğin insanı sinir küpü haline getirmemesi imkansız. Rumlar'ın hadlerini çok aşan taleplerinin, hele Kıbrıs Türkleri'ne verilen sözler yerine getirilmemişken bu denli destek bulmasında büyük bir haksızlık var.
Müzakerede yeni kriz ihtimali Ancak geriye dönüp bakıldığında hükümeti etkileyen ve yanlış şekilde yönlendiren devlet içi ve dışı etkili kesimlere kızmamak da mümkün değil. Önce Gümrük Birliği'nin Kıbrıs'ı kapsamayacak şekilde genişletilmesi ardından da Gümrük Birliği deklarasyonunun yayınlanması sonuçta Rumlar'ın ve Türkiye karşıtlarının eline hayâl bile edemeyeceği bir koz vermekten başka işe yaramadı. Türkiye kendi açısından önemli olan Kıbrıslı Türkler'in haklarını elde etme yönünde baskı kuracağına, Rumlar'a yönelik, başarılı olamayacağı bir taktiği yeğledi. Büyükelçi Cem Duna, deklarasyon konusunda bir kaygıyı dile getiriyor. Türkiye kendi deklarasyonunda kendi pozisyonunu ortaya koymuştu. Halbuki AB deklarasyonu, müzakere öncesinde tanınmayı zorunlu kılmasa bile, yetkili organlara bazı işlerin takipçisi olma görevi veriyor. Müzakere sürecinde bu nedenle yeni krizler yaşanması ihtimali de artıyor. Son tahlilde yapısal gereklilikler TürkiyeAB ilişkilerinde hep baskın çıkacaktır. Tarafların birbirilerine ihtiyacı itiraf edemeyecekleri ölçüde fazladır. Hepsinden önemlisi, kendine güvenen ve geleceğini kurmak üzere siyaset üretebilen bir Türkiye'nin AB'ye, bölgesine ve küresel düzene katacağı çok şey vardır. Tüm bunlar da Kıbrıslı Rumlar'ın küçük çıkarlarına ve paranoyalarına herhalde feda edilmeyecektir.
|