Çağdaş fetvacı
Önceki iktidar dönemlerinde arzuladığı devlet ihalelerini kolayca alıveren ' çok özel' bir firmanın yöneticisi günlerden bir gün uluslararası bir şirketin Türkiye temsilciliğine başvurup ortak girişim teklif eder: - Filanca kamu kurumunda sizin uzmanlık alanınıza giren şu ihaleye birlikte girelim. Siz işi iyi becerirsiniz, biz de ihale almayı. Yabancı kuruluş ilke olarak öneriyi kabul eder. Sıra ihale için önerilecek rakamın belirlenmesine gelir. Yabancı şirketin Türkiye temsilciliği ince eleyip sık dokuyarak fiyat belirler ve üstüne yaklaşık yüzde 15 kar koyar. Yerli firma afallar: - Sen ne diyorsun ya, böyle fiyat mı olur, biz yüzde yüz kazanmayacaksak devletle iş yapmayız. Bu, uzun ve gerçek bir hikayedir. Kanaatin değil kanıtın geçerli olduğu yargıyı ikna edecek belgelerine ulaşamadığım için seyirci kalmaktan kurtulamadığım bu girişim Allah'tan hiç hesapta olmayan bir değişiklik yüzünden gerçekleşmedi. (Bu firma şimdilerde Yüce Divan'lık bir bakanla bağlantılı iddialar çerçevesinde mahkemeliktir.) Hal böyle iken siz, sermayenin yerlisini niye tercih edesiniz? Herhangi bir yabancı girişimci, sizin temiz (!) işadamınızdan daha erdemli olabilir. Bu ayrı bir tartışma. Yabancı sermayeye itiraz hakkını tartışmıyorum. Kişi veya devlet, kendince geçerli herhangi bir sebeple yabancı sermayeyi sakıncalı görebilir. Sözgelimi ABD, petrol sektöründe de etkin bir güç olmak isteyen ÇİN'in feşmekan şirketi satın almasını gayet liberal (!) bir şekilde engelleyebildiği gibi benim devletim de gerekirse talip olanın kimliğinden, uyruğundan ve emellerinden duyduğu kaygıyı hesaba katarak bazı alanları yabancı sermaye için yasadışı ilan edebilir. Tabii o devlet bugünün dünyasında değilse bile gelecekte küresel bir etken olmak isteyen, en azından bunu hayal edebilen kişilerce yönetiliyorsa... Bütün devletler için bu böyle. Her insanın satılmazları olduğu gibi devletlerin de mutlak namahrem alanları vardır. Ne zaman ki devlet olma iddianızı yitirirsiniz ancak o zaman Unakıtan'ın dediği gibi ' neyim varsa satarım, yeter ki iyi para versinler' demeye getirirsiniz! Lakin yukarıda sözünü ettiğim yerli firmanın yabancıdan çok daha insafsız davranışının sebebi bu değil. Anlatmak istediğim, nitelikli hırsız ile niteliksiz olanı arasındaki farktır. Girişimci ile devlet içindeki işbirlikçileri eğer niteliksiz hırsız iseler kamu ihalelerinde zalimce kar paylarıyla soygun yaparlar. Nitelikli hırsızlıkta ise girişimci ve işbirlikçi, bir seferde vurgun vurmayı değil sürümden büyük birikimlere ulaşmayı öngörürler. Kendi vicdanlarını tatmin edecek yöntemi geliştirdiklerine de inanırlar: - Bayım sen bu malı devlete kaça satacaksın? - Efendim 150 lira! - İn in! - Yani efendim 100 olsun. - En son fiyatını söyle! - En son fiyatım 80 lira! - Şimdi asıl en son fiyatı ben söylüyorum. 5 daha düşeceksin ve devlete bu malı 75 liraya satacaksın. 3 lirayı da bana vereceksin, böylece hepsi sana 78 liraya mal olacak. Kamu adına bu pazarlığı yapan yetkili kendisiyle gurur bile duyacaktır: - Daha ne yapacaktım, adamı 150'den 78 liraya çektim, var mı kamuyu benim kadar düşünen? Benim yerime başka biri olsaydı devlet bu ihalede en az 50 lira kazıklanırdı. Yaşasın ben! Yöntemi bilerek ilk baştaki fiyatını yüksekçe veren girişimci de memnundur: - Bundan iyisi can sağlığı. Daha yüksek fiyat çeksem ihaleyi almam zorlaşırdı. Makul bir fiyat verdim, işi garantiledim. Kimse de bu makul fiyatlı ihaleye fesat karıştığını söyleyemez. Söylese bile kimseyi inandıramaz. İnandırsa bile herhangi bir kanıt gösteremez. Oh, az olsun, temiz olsun. Bir kerede vurgun vuracağıma bu yolla düzenli olarak kazanmaya devam ederim. Böylece onlar erer muratlarına, biz çıkarız kerevetlerine. Aynaya baktıklarında da çok müsterih olmaya devam ederler. Zira devletteki işbirlikçi de, girişimci de daha önceki hortumları bildikleri için kendi yaptıklarını makbul, hatta mübarek dahi zannedebilirler. Ne güzel; hem hurma yiyoruz, hem sevap kazanıyoruz.
|