Otel odasında...
Allah rahmet eylesin. 24 yaşında bir genç otel odasında ölü bulundu. Aynı yaşlarda bir genç kıza, eski erkek arkadaşının evinde mi yoksa otel odasında mı tecavüz edildiğini merak eden "kamuoyu" bir başka otelin odasında ölü bulunan genci de tanıyordu. Annesini de tanıyordu. Uzun süre, ana oğul ile ahbaplık etmişler, müthiş sohbetlerin, muhabbetlerin konusu olarak evlerine, işlerine, hayatlarına buyur etmişlerdi. Çok eğlenmişlerdi. Şimdi uzaktan tanıdılar ancak! Sözde aşkına, sevgisine, kurmaca düğünlere kafadan davetli iken, cenazesinde asla bulunmayacaklar. Gladyatörün gösterisi bitti; aslan onu yuttu, asla hatırlamayacaklar.
Kamuoyu demeyelim de, "Televizyon toplumu" diyelim; günübirlik abidik gubidik şöhrete meraklı olduğu kadar vefalı olmuyor. Tükettiği, tüketirken şöhret eylediği, şöhret oldukça daha çok tükettiği ve yiyip bitirdiği "olmamış" gençler yerlere düşünce, elinden tutmuyor. Yenilerini tüketmeye, düşenlerin son dermanlarının üzerine basıp geçerek yeni tüketimlerle günü, geceyi geçirmeye koşuyor. Ve koca koca psikologlar, mesela "Otel odasında ölü bulunan genç" in durumunu, "Şöhret bitince bunalıma girdi" diye açıklıyorlar. Medya da başını sallıyor: " Tabii, tabii!" Bu şöhretin başlı başına bir bunalım olduğu... Bunun zaten "Bunalımın şöhreti"... Büyük, derin, felaket bir toplumsal bunalımın şöhreti olduğunu pek konuşmuyorlar. Zannediyorlar ki, bir tek, "Otel odasında Ata Türk" ölmüştür. Zannediyorlar ki, bunalımı geçiren yalnız o genç, bunalım içindeki yalnız annesi, birçok kadının, birçok annenin simgesi Semra Hanım' dır. Zannediyorlar ki, herkesin aklı yerinde... Medya, televizyon dünyası, televizyon toplumu, seyirci, izleyici, yapımcı, oyuncu, tüketici, röntgenci... hepsinin ruhi dengesi tam... Zannediyorlar ki, her şey normal, olağan, doğal da; bir tek o genç bunalmıştır!
Yoksa, canım; bu ülkede nice genç, nice çocuk, nice genç kız, öyle şöhret bile olmadan, öyle adı asla bilinmeden, bir kerecik olsun TV seyirciliğinden kurtulup ekranda görünmeden... Bunalıyor, bunalıyor, bunalıyor... Bir kenarda, bir köşede sessizce tükeniyor. Yoksa, canım; bu ülkede nice genç kız, nice çocuk yaşında kız, öyle şöhret bile olmadan, öyle adı asla bilinmeden, iyisi de kötüsü de kamerada şöhret sofrasına sunulmadan... Bunalıyor, bunalıyor, bunalıyor... Tacize uğruyor, tecavüze uğruyor, sessizliğe gömülüyor. O yüzden; Hâlâ o büyük yanlışta ısrar, o tefessühte inat: Hâlâ yanlış tespit, hâlâ düşene tekme. Şöhret şımarttığı için bir genç kız otel odasında tecavüze uğramadı... Şöhret bittiği için bir genç erkek otel odasında ölü bulunmadı. Bunlar zaten bunalımlı bir dünyanın şöhreti, onlar zaten "Hepimizin derin bunalımı" nın bunalımlı şöhreti idi. Onlar genel bir krizin, toplu bir çıldırmanın, yaygın bir cinnetin hepimizin suratını yaran tırnak izleri. Onlar, ekrana, o 37, 51 ekran aynaya bakakalan nice suratın sureti. Tecavüze uğramış bedenleriniz için ağlayın siz de; röntgenlenen ve röntgencileşen özel hayatlarınız için kudurun; bunalımlı ruhunuzun bir köşede kıvrılışı ve kıvranışı için üzülün. İçinizdeki enkazı, fenalaşan, fesatlaşan vicdanınızı, kötüye düşkün, süfliye tutkun, birbirini parçalamaya yatkın iç sefaletimizi bir düşünün. İster otel odasında, ister başka yerde!
|