Ankara sessiz ama
Pazar akşamı Ankara bir şok yaşadı. Başbakan Tayyip Erdoğan o gün İtalya'dan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de bir gün önce Newport'taki Avrupa Birliği zirvesinden gelmişti. Türkiye'de ise PKK, uzun zamandır beklenen şeyi yapmış, son derece organize bir biçimde ülkenin bir çok yere aynı anda "sokak çatışmaları" ve Türk bayrağını taşlayacak ölçüde provokatif eylemler düzenlemişti. Ankara'da bir çok kişinin aklına "Kara Kuvvetleri komutanı o kadar da haksız değilmiş. Adamlar gerçekten Filistin görüntüsü yaratmak istiyor" cümlesi geldi. Gerçekten de Orgeneral Yaşar Büyükanıt, geçen haftaki 30 Ağustos resepsiyonunda Türk diplomatların 30 yıldır veba gibi kaçtıkları "Filistin" lafını kullanarak şimşekleri çekmişti. Ancak Büyükanıt'ın aktarmaya çalıştığı PKK stratejisinin özünde de tam olarak bu konsept vardı. Nedir bu konsept? Bir süredir Ankara'da güvenlik ve istihbarat birimlerinin söylediği, PKK'nın yeni bir stratejiye geçtiği, 3 Ekim'e giden süreçte "şehirlerde açık isyan görüntüleri" yaratmak suretiyle "gerilimi tırmandırmaya" gideceği tespitiydi. Amaç hareketi "sivilleştirmek," Kuzey Irak'tan Batı'daki varoşlara indirmekti. Bu sayede siyasi pazarlık gücünün arttığını düşünen PKK, bu stratejiyi ilk kez geçen yaz "canlı kalkan" ve cenaze eylemlerinde gösterdi. Geçmişte sessiz sedasız gömülen örgüt üyelerinin cenazeleri, kadın ve çocukların ön saflarda olduğu mitinglere dönüştü. Amaç, Batı polisi müdahaleye kışkırtmak, özellikle Batı kamuoyuna örgütün halk kitlelerini "mobilize" etme gücü olduğunu göstermekti. Güneydoğu'da bir çok emniyet birimi, aklı selim davranıp 3 Ekim öncesi kadın ve çocukların da aralarında olduğu kalabalığa müdahale etmedi, sakince dağılması için çabaladı. Ama örgüt gittikçe cesaretlendi. Pazar günü Bozuyüklü'den Gazi Mahallesi'ne kadar ortaya çıkan görüntüler ise, Ankara'da derin bir sessizlik yarattı. Konuştuğum yetkililerden, şu tespitleri duydum: ZIT MİLLİYETÇİLİKLERİN YÜKSELİŞİ: Genelkurmay yetkililerinin son aylarda çeşitli defalarda uyardığı gibi Kürt milliyetçiliği, karşıt milliyetçilik akımını tetiklemiş durumda. Toplum gergin, terörün en tepede olduğu yıllarda bile görülmeyen bir kızgınlık var. Pazar günkü olaylardan akılda kalan en çarpıcı görüntü, Türk bayrağını kapıp kendini göstericilerin önüne atan genç ve yine bir başka yerde göstericilerin penceresinden Türk bayrağı sallayan bir aileyi taşa tutması. PKK HALA ÖCALAN'IN GRUBU: Stalinist yapısı ve şizofreniye varan teorik zigzaglarla (bağımsız Kürt devletiyle başlayıp Kemalizm'le biten ideolojik serüveni başka nasıl izah etmek mümkün) bugün gelinen noktada PKK, tüm gücünü "Öcalan'ın hapisten çıkarılmasına" adamış bir örgüt. Bu anlamda Kürt milliyetçisinden ziyade, "Öcalan fetişizmi" içinde. Pazar günkü gösterilerin de tek gayesi, Kürtler için kolektif bir talebin ifadesi değil Öcalan'a serbestlik idi. 3 EKİM SENDROMU: Emniyet güçleri, 3 Ekim öncesi Avrupa medyasında Türkiye'ye zor anlar yaşatacak görüntüler istemiyor. Bunda da haksız sayılmazlar. Brüksel'in 8 Mart Dünya Kadınlar Günü eylemi için çıkardığı fatura, epey ağır olmuştu. Pazar günü sert bir müdahale, son derece kanlı görüntüler ve hatta can kaybına neden olabilirdi. Medyayı ikna etmek zor olsa da emniyet sakin davranarak doğru olanı yaptı. Aksi takdirde PKK'nın ekmeğine yağ sürmüş olacaktı. Ancak Ankara'da, bundan sonraki eylemlerde sert tedbirler alınmazsa, halkjın galeyana gelerek göstericileri kendi cezalandırma yoluna gideceği korkusu var. ŞAHİNLERİN ELİNİ GÜÇLENDİRDİ: Erdoğan Diyarbakır'da Kürt sorununun yalnız güvenlik değil aynı zamanda bir demokratikleşme sorunu olduğunu söyleyerek, Batı kamuoyu ve Türk entelektüelleri nezdinde puan topladı. Ancak Pazar günkü olaylar, devlet içinde Erdoğan'a muhalif tez olan, "Olay demokratikleşme değil güvenlik sorunudur. Ve ancak sert bir terörle mücadele yasasıyla hallolur" tezini güçlendirdi. İşte sessizlik perdesinin ardında, 12 saat süren eylemlerin Ankara bilançosu bu.
|