3 Ekim suya düşerse piyasalar önce karışır sonra toparlar mı?
Hazine'den sorumlu AB Başmüzakerecisi Devlet Bakanı Ali Babacan'ın ekonomi yazarlarıyla toplantısından "3 Ekim'de AB yolunda olumsuz gelişme olursa piyasalar önce karışır, ardından tezkere krizi sonrası gibi toparlar" sonucu çıkmış. 1 Mart 2003 tezkere krizini hatırlarsak, Meclis'teki reddin ardından hükümet anlaşmakta ayak sürüdüğü IMF'yi apar topar Türkiye'ye çağırmış ve 2001'den beri sürdürülmekte olan programa dört elle sarılmıştı. Bu da piyasalardaki çöküşü önlemişti. Irak Savaşı'nın erken bitmesi ve global likiditenin bollaşmasıyla piyasalar ve ekonomi yeniden olumlu ana trende dönmüştü.
Ortak çok farklı Şimdi de bir yol kazası ile karşılaşılması durumunda aynı veya benzer gelişmeler olur mu? AB ile yolları ayırırsak ekonomi ve mali piyasalar çalkantıyla durumu kurtarabilir mi? Buna en hafifinden verilecek yanıt çok zor. Çünkü Mart 2003'teki durum ile Ekim 2005'teki durum çok farklı. O zaman mali piyasalarda çok yüksek kârlar oluşmamıştı. Türkiye'ye giren sıcak para miktarı bugünkünün dörtte biri kadardı. Doğrudan sermaye girişinde patlama yaşanmamıştı. Cari açık da bugünkünün dörtte biri düzeyindeydi. Üstelik AB faktörü, IMF programı, siyasi istikrar ve küresel likidite bolluğu ile ekonomiyi bugünkü duruma taşıyan dört çapanın en önemlisi. Bu çapanın yerini tutacak başka bir çapa yok. IMF programına dört elle sarılsak bile, aynı şey değil. Çünkü IMF bugün varsa, yarın yok, en fazla iki yıl daha Türkiye'de. Halbuki bugün piyasalarda yaşanan olumlulukta AB ile müzakerelere başlanacak olmasının büyük payı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Doğrudan sermaye kesilir Ekim suya düşerse öncelikle mali piyasalarda yaşanacaklar ekonomiyi vuracak. Fiyatlar kâr realizasyonuna çok uygun düzeye gelmiş. Cari açık tavanda. Türkiye'ye yatırımın en önemli nedni de ortadan kalkıyor. Bu durumda kar realizasyonu sonucu yaşanacak para çıkışının yaratacağı etki bile yeter. Ama bundan çok daha önemlisi doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının durması olabilir. Hem özel sektör şirketlerine hem de özelleştirmelere Cumhuriyet döneminin en yoğun yabancı sermaye girişinin gerçekleşmesi çok büyük ölçüde AB etkisine bağlı. Yakalanan siyasi ve ekonomik istikrar da, dünyada likidite bolluğunun etkisi de, mutlaka vardır. Ama AB etkisi yanında bence küçük kalırlar. Hatta kapıyı vurup çıkarsak, AB ile köprüleri atarsak özelleştirmelere ve özel sektör şirketlerine bağlanmış olan yabancı sermaye gelmekten cayabilir. Bu kez de ekonomi en önemli motivasyonunu kaybeder.
Raydan çıkarır Mali piyasalardan çıkacak parayla birlikte gelmesi bağıtlanan doğrudan sermayenin caydığı bir ortamda cari açık riskiyle başbaşa kalırız. Doğrudan sermaye girişlerinin kesilmesi, sıcak para çıkışı ile birleşip cari açık finanse edilemez duruma gelindiğinde, çalkalanma hafif kalır, raydan bile çıkarız. Bu raydan çıkmanın ardından sıcak para yeniden Türkiye'ye gelebilir. Tabi ki oluşacak olan yeni fiyat düzeylerinden ve kârını realize etmiş olarak. Portföy yatırımlarının bir süre sonra dönüşünde fazla sorun olmayabilir. Ama doğrudan sermayeyi getirmek, hatta Türkiye'dekini tutmak bile, zor olabilir.
Karşılıklı bağımlılık Müzakerelerin daha önce açıklandığı gibi, 3 Ekim'de başlamasında Türkiye'nin böyle bir mahkumiyeti var. AB'nin ise hem sorumluluğu hem karşı bağımlılığı söz konusu. Çünkü, AB'nin yörüngesinden kopan bir Türkiye'nin nasıl bir boşluk yaratacağını ve hangi ittifaklar içine katılacağını, Avrupa için nasıl bir tehdit oluşturacağını kestirmek o kadar zor değil. Bu açıdan bakınca, karşılıklı gerilimleri bir taktik mücadele olarak değerlendirmek de mümkün ve inşallah öyledir. Böyle bir tehdit altında görüşmelerin başlatılması yüksek olasılıktır ve herkesin yararınadır.
Sonuç "İnsan, ahmakça davranan akıllı bir yaratıktır" Albert Schweiter
|