| |
Türk halkının sınav günleri
Edirne'den Kars'a kadar bu güzel topraklarda yaşayan herkese sesleniyoruz: Bilin ki, 3 Ekim'e kadar her gün "ateş çemberi"nden geçeceğiz... Ve yine bilin ki, her türlü örgütlü kışkırtmacılar, pusu üstüne pusu hazırlıyorlar. Sağduyumuzu sınırları zorlama pahasına korumak birinci ulusal görevimiz olmalı...
Söze güvenlik güçlerini eleştirerek başlayalım. Zamanında ve yeterli önlem alınsaydı, Pazar günkü olayların hiçbiri yaşanmazdı. Çünkü DEHAP ve yan kuruluşları Gemlik yürüyüşünü öyle bir günde planlayıp harekete geçmediler. Eylemin hazırlıkları en az 1.5 ay sürdü. Günü de yine 1.5 ay öncesinden biliniyordu. Hangi ilden kaç otobüs kaldırılacağı, kimlerden, hangi firmalardan araç sağlanacağı da. Bu otobüsler ya da konvoylar pekala hareket ettikleri ilin sınırında durdurulup geri çevrilebilirdi. Gemlik yakınlarına kadar ulaşmalarına izin vermek, sadece olayı gövde gösterisine dönüştürmek isteyenlerin değirmenine su taşımak olurdu. Nitekim öyle de oldu. Haydi hazırlıklar Gemlik güzergahıyla sınırlı tutuldu; hiç olmazsa yollarda sıkı önlem alınamaz mıydı? Örneğin o gün kurtuluş gününü kutlayan Bozüyük'ün bypass edilmesi sağlanamaz mıydı? Sonuçta, güvenlik güçleri bir Gemlik gösterisini önlemek isterken, birçok Gemlik eylemine yol açtılar. Hiç kuşkunuz olmasın, terör örgütünün siyasi kanadı rolünü üstlendiğini artık gizleme ihtiyacı bile duymayan DEHAP ile uzantıları, 3 Ekim'e kadar her fırsatı kullanmaya kalkacaklar. Daha doğrusu fırsat kollayacaklar. Hiç birimiz soğukkanlılık ve sağduyunun bir an bile sendelemesine izin vermemeliyiz.
Milyonların sessiz çığlığı Yetmez; birbirinden vahim iki tuzaktan alabildiğince uzak durmalıyız: * Terör örgütü ile Kürt kökenli Türk vatandaşlarını "bir" gibi algılamak. Yani Kürt sorunu ile PKK terörünü aynı kefeye koymak. * PKK sorunu çözülmeden Kürt sorunu gündeme getirilemez söylemlerinin ya da politikalarının çıkmaz sokağına sapmak. Bu iki tuzak da bizi Öcalan, PKK, DEHAP, hatta Leyla Zana ve arkadaşlarının hesaplarına yem yapar. Siyah-beyaz kutuplarına hapseder. Oysa gri tonları öne çıkarmalıyız. Çıkarmak zorundayız. Bu tonları bulmak için de önce mevcut tabloya bakmalı, gerçeği görmeliyiz. Gerçek şu: Bugün Doğu ve Güneydoğu'daki vatandaşlarımız üç gruba ayrılmış durumda: PKK yandaşları, Kuzey Irak'taki oluşumla kenetlenmek isteyenler ve ikisinin de dışında kalanlar. İlk gruptakiler alabildiğine örgütlü. İkinciler de öyle; Gemlik eylemiyle aynı gün Ankara'da toplanan PKK karşıtı Kürt siyasetçilerin toplantısında açıkça görüldü. Ancak kimliğine ve kültürüne saygı isteyen, ülkenin birlik ve bütünlüğüne bağlı olan, üstelik ezici çoğunluğu oluşturan üçüncü gruptakiler hem örgütsüz, hem de sinmiş ya da sindirilmiş durumda. Bir başka gerçek daha var: Bugünkü koşullarda o sessiz çoğunluktan ne siyasal önderlerin çıkması beklenebilir, ne de siyasal hareketlerin. Öncelikle onları yüreklendirecek, tüm haklarının (kimlikle ilgili, kültürel, siyasal) devlet güvencesinde bulunduğunu hissetmelerini, daha da ötesi benliklerinde yaşamalarını sağlayacak açılımlar yapmak gerekiyor. Ya da kanalları açmak. Biliyoruz, kolay değil. Hele bugünkü konjonktürde. Ancak hepimiz kendimize şu soruyu sormalıyız: Öcalan ve PKK mı ülkenin dirliğinden, birliğinden ve bütünlüğünden yana Kürt vatandaşlarımızın önünü tıkıyor, yoksa o tıkanma mı Öcalan'ı besliyor? Biz "b" şıkkını işaretliyoruz. Küreselleşmenin "rasyonel" bir dünya yarattığı günümüzde Kürt kökenli vatandaşlarımızın meşru taleplerini şiddetle bastırma yöntemini kimse aklından bile geçiremeyeceğine göre, ülkenin bölünmez bütünlüğüne yürekten inanan o büyük çoğunlukla aradaki güven bunalımını aşmak zorundayız. Hem sonra, bölünme sendromunun tedavisi için tek reçete de o...
|