Kim ki kendine bakmaz...
İnsanlığın büyük çoğunluğu "kendisini, her şeyi aşan" bir güce, Allah'a, Tanrı'ya, tanrılara inanarak... Küçük bir kısmı ise, inançların yerine başka ahlak sistemleri veya dünya anlayışları monte ederek... Ama her halükarda, ister buyrukla, ister gönüllü, "nefsini kontrol" e dair taahhütlerle yaşadı, öldü, yaşıyor, ölecek. Ama bildiğiniz gibi, yine insanlığın büyük çoğunluğu bundan uzaktı, uzak ve öyle kalacak. Ne hayat öyle akıyor, ne ölüm öyle geliyor.
Mesele sadece; yeme, içme, maddi tüketim manasında bir nefis kontrolü değil, esas olarak nefsiyle yüzleşebilme becerisi olmalı. Çeşitli ibadet biçimleri, sadece "o makam" la ilişki kurmaya değil, kendinle de yüzleşmeye davet diye kabul edilmeli aslında. Büyük inançların büyük peygamberleri, "Yukarıdan" dikte edilenleri durup düşünmeden kitaba döken birer "katip" miş gibi anlaşılmamalı herhalde; öncelikle kendileriyle, çağlarıyla, toplumlarıyla yüzleşebilen ve nefsini kontrol bakımından kendilerini, başkalarını aşmış kişiler diye tasavvur edilmeli. Doğar doğmaz değil, hayatlarının, yaşlarının bir evresinde o mertebeye ulaştıkları için, yaşadıkları döneme, kurumlarına, inançlarına, ilişkilerine, hiyerarşilerine "radikal eleştiri" getiren... Ve bir o kadar da, esas kendi nefisleriyle mücadele eden, açıkçası "radikal özeleştiri" yapabilen, aynaya derin, çok derin ve yoğun bakabilen kişiler olarak anlaşılmalı.
Din dışı inanç, adanmışlık, idealleştirme, felsefe, ahlak, etik sistemleri de biraz böyle. Öncelikle, için için, bazen açık açık, özeleştiriye, kendinle yüzleşmeye, aynada kendi suretini görüp irdelemeye çağrı. Ne var ki, insanların, insanlığın tüm inanç sistemlerinden yahut din dışı ahlak öğretilerinden edinebildiği tek miras, sanki, donuk, katı bir sisteme biat; asıl önemlisi, bir yansıma olarak, kendini de hep olmuş bitmiş, mükemmel, yanlışsız, doğru, harika görmeye dair ısrar ve inat. Özeleştiri düşman başına! Fırdöndü gibi değişenin bile, o sıradaki son pozisyonunu en doğru sanması... ki bir öncekini de öyle sayıyor ve sunuyordu... gibi bir tuhaflık.
Bunlar şu yüzden dilimin ucuna, oradan da sizin gözünüzün huzuruna, paylaşmanız yahut reddetmeniz için geliverdi: Bir toplum, tüm günahını, sadece "havaya kurşun sıkarak öldüren maganda" da arayacaksa... Hayatının, işinin, gücünün büyük çoğunluğunu hoyratlığa, süfliliğe, şiddete, başkalarına yakıştırdıkları sıfatla bizzat "magandalık" a vakfedenlerden biz en harbi "magandalık eleştirisi" dinleyeceksek ve onlar asla aynaya bakmamış olacak, oradaki izdüşümü üstüne biraz kafa, biraz kalp, biraz özeleştiri yormamış kalacaksa... Kimse kendi nefsiyle hesaplaşmayacaksa... Başkasının hakkını, helalini, yolunu, izini, gününü, geleceğini, onurunu, sözünü, sesini gasp ede ede; dilin, elin, belin tüm şiddetiyle herkesin üstüne çullana çullana; her cinsten mermiyi, tükürüğü, pisliği havaya, suya, toprağa savura savura, kıra kıra, vura vura "makam, rütbe, statü" gibi bi şeyler olanlar sadece kasılacak ve başka başka silahlarla devamlı kurşun saçacaksa... Bir toplumun çoğunluğu filan hep böyle olacak, öyle olmak isteyecek, aynen bu yolda devam edecek, öylesine hürmette kusur etmeyecekse... Dinlerin daveti de, dinden gayrı felsefe ve ahlak sistemleri de boşuna. Vur patlasın, çal oynasın! Benim ruhum maganda!
|