Linç ve intikam
Hiçbiri bize, hiçbiri "salt Doğu'ya has", hatta bu dine de özgü değildi. Linç, intikam, kan davası... Bunlar neredeyse bütün kültürlerin, dinlerin, tüm coğrafyaların, tüm etnik pozisyonların içinden geçti. Üstümüze genetik olarak yapışmış, kanımıza doğuştan ve ebediyete kadar karışmış mevzular değildi bunlar. Elbette bir İsveçli ile bir Akdenizlinin aynı olduğunu söyleyecek değilim:Hele o Akdenizli bir de Balkan havası almışsa, o havaya biraz Kafkas, bol Ortadoğu ruhu da karışmışsa, ve elbette Türklük, bazen Çerkezlik, Arnavutluk, Kürtlük, Araplık, Lazlık, Türkmenlik gibi has soslara bulanmış, dinin çeşitli yorumlarıyla taçlanmışsa. Lakin, kanı kaynamak, tutkulu, öfkeli, hırçın olmak ile istikrarlı bir "öldürme, hesabını görme, halletme, intikam, pusu, töre, namus cinayeti" gündemi ve "linç" arasında doğrudan bir geçiş olması şart değil. Pekala, hem toplumsal hem bireysel fren mekanizmaları bulunabilir. Ayak hep gazda kalmayabilir. Aşabilenlerin becerdiği gibi.
Mesele, içine doğduğunuz bir kültürel ortamdan tamamen bir başkasına sıçrayarak "medenileşmek" değil. Yani, adam olmak için ille Batılılaşmak, Batılaşmak değil. O vakit, bir zaman bütün dünyanın "Doğu ve Doğulu" olduğunu, ah ne tuhaf, Doğu'nun ise, en azından kimi medeniyetlerle, "Batılı" geçmişi bulunduğunu filan söyleriz. Mesele, insan davranışlarının kendisine dayanak kabul ettiği, dini, milli, kültürel, ideolojik değerleri, bizzat onların vaatleriyle sürekli değerlendirebilmek, bırakın başka kantarları, bizzat kendi terazisine vurabilmektir. Genellikle buralarda ihmal edilen o düşünme, değerlendirme biçiminin edinilmesi için herkesin üniversite diploması alması da gerekmiyor. Ayak bağı olan ne inancın kendisi ne de inançsızlık.
Test edilecek şu mesela: "Yiğitlik, mertlik" ne hoş ki, buralarda hâlâ insani bir değerdir. Yani kara kuru Batı'nın yitirdiği haslet. Hasletin hası kaldıysa hâlâ! Yiğitlik ve mertlik, ilk hassasını sadece "erkeğe mahsus" sayılmakla yitirmeye başlar. Bir "erkek kodu" haline gelir o insani değerler. Ardından, tüm kabalıkları, hoyratlıkları, şiddeti "delikanlılık" namına saran bir maske kılınır. Ve "yiğitler" çıkar meydane: 30 yiğit, bir kişiyi linç etmeye kalkar. 30 çift yumruk, tek bir surata, tek bir bedene inip kalkar. Yiğitlikte 30'a karşı tek durabilmek vardır da, 1'e 30 kişi birden vurabilmek var mıdır! Test edilecek şu mesela: Beş vakit namazlı yerli yerinde bir inancın sahibinin ticaret anlayışı başkalarını kazıklamak üstüne oturduğunda, bu süfli hayatın içinde inanç nedir, dinin yeri neresidir? Kanıtlamak için, başka gösterilere ihtiyaç duyar. İş anlayışı, gündelik ilişkileri namussuzluklarla dolup taşan biri; karısının, kızının, kız kardeşinin namusu adına, bazen ölümüne, yani daha çok kadının ölümüne, ve aslında kendi namusu adına sınırsız eylemde bulunabilir. "Namus" gibi, aslında hak ile hakkaniyet ile ilişkili olup da, gündelik hayatın işine, gücüne, imarına, vergisine, ticaretine, üretimine, kârına, parasına, puluna, trafiğine pek kabul edilmeyen bir kavram, bir hayat tarzı... Bu ülkenin, şu erkeklerin ve onlar gibi kadınların en şiddetli gösterilerinin kaynağı oluverir. Test edilecek şu mesela: Millet sevgisi iyi bir şeydir. Milletin içine insanlar da kabul edildiği sürece. Lakin, insan sevgisinden nasipsiz onca "milliyetçi", mecburen "milliyet" tutkusu ve onun simgeleriyle kanıtlar aşkını. O yüzden, mesele, medeniyetten ziyade "muhakeme" meselesidir. Bu bazen hakikaten hukuk ve mahkeme olsa da, esas mercii kalp ile aklın birleştiği bir yerdir.
|