Hatay'dan Kazan'a 'boşgörü'
Çağın gerisinde kalmak, en genç kişi ve kurumların, en ilerici eğilimlerin bile başına gelebilir. Hangi 'yükseltilen değer'in devrini tamamladığını kusursuz bir zamanlama ile kavramak kolay değil. Böyle olduğu için de yüzeydeki görüntülere aldanarak akıntıya karşı kürek çekmeye devam edebilirsiniz. Tasavvufun 'günün çocuğu olmak' diye nitelediği, anın değerini bilerek yaşama sevinci nin hakkını verme sanatı, aynı zamanda neyin geçerli, neyin geçersiz olduğuna ilişkin fasılasız bir bilince sahip bulunmak demektir. Dünkü Milliyet'in 'AKP'DE HATAY SORUNU' başlıklı haberi bu açıdan ilginç çağrışımlar uyandıracak nitelikte. Haberde 25-30 Eylül arasında 'Dinler arası Diyalog' temasıyla Hatay'da yapılacak 'Medeniyetler Buluşması'nın parti içinden tepki gördüğü belirtiliyor. Hatay Milletvekili Fuat Geçen'in 'Hatay Vatikanlaştırılmak isteniyor. Sırayla bazı şeyler yapılmaya başladı. Önce Kürt sorunu söylemi, arkasından Ermeni oyunu, şimdi de din değiştirme olayları. Çan, Hazan ve Ezan bir arada olacakmış. Barış, diyalog diyorlar ama bunlar bize zarar veriyor. Olan Kel Mahmut' a oluyor, gören yok' şeklindeki sözleri, haberin başlığını yansıtıyor. Bir süre önce Erdoğan'ın konuyla ilgili olarak 'Burada Avrupa' ya farklı bir mesaj veriliyor. İnsanlar artık medeniyetler çatışmasına kurban edilmesin. İnançlardan dolayı hiçbir zaman kötümser bir havaya girmeyelim ve farklı inanç sahiplerine saygısızlık göstermeyelim. İdeolojileri inanç sahiplerine din diye tanıtmayalım' deyişi de hatırlatılıyor. Bu yaptığım alıntı, iktidar partisinde var olduğu söylenen 'Hatay Sorunu' ile alakalı değil. Sadece Soğuk Savaş yıllarında etkili biçimde kullanılan propaganda tekniklerini hâlâ geçerli sanmanın tuhaflığını tartışıyorum. Şunları yaparsan karşı tarafın görüntüsünü bozarsın, bunları yaparsan kendininkini düzeltir veya olduğundan iyi yansıtırsın. Çağının gerisinde kalmış kafalar bu yöntemlerle ülkelerinin olduğundan daha iyi tanınmasını sağlama kuruntusuna dalar. Ne olacak mesela? Bizim müthiş hoşgörülü bir toplum olduğumuzu anlayacaklar. Anlayacaklar da ne olacak? Hiçbir şey! Hoşgörü konusunda nasipsiz kitlelerin gözünde hoşgörülü olmak neye yarayacak? Kuzguncuk'ta üç dinin mabetleri birbirinin dibinde (Kuzguncuk) kendiliğinden oluştu diye Batı'nın Osmanlı'yı yok etme içgüdüsü geriledi mi? II. Abdülhamit Darülaceze'de Yahudi ve Hıristiyanlara da şefkat kucağını açtığı, kurumda caminin yanına kilise ve sinagog da koydu diye kendisine yapıştırılan 'Kızıl Sultan' yaftası pembeleşti mi?
Bu faslı konuşturacak bir haber de Hürriyet'ten: - 145 milyonluk Rusya' da 20 milyon Müslüman' ın başkenti haline gelen özerk Tataristan Cumhuriyeti başkenti Kazan bininci kuruluş yıldönümünü kutlarken yeni inşa edilen Dinler Evi' nin üzerindeki hilal, haç ve Yahudi yıldızıyla dinler arası hoşgörü mesajı veriyor. Erdoğan Hatay'daki benzeri mekân için 'mesaj'dan söz etmişti, Hürriyet de Kazan'daki için 'mesaj'dan söz ediyor. Günümüzün iletişim şartlarında veri bombardımanı altındaki kitlelerin 'mesaj' alacak halleri yok. Kaldı ki bizzat kendiniz olumlu bir anlamla 'mesaj' vermekten söz ettiğiniz zaman, yıpranan bu kelime yüzünden 'aslında propaganda yapmak istiyorum' demiş oluyorsunuz. Kişilerin veya kurumların çağın gerisinde kaldıklarını kusursuz zamanlama ile kavrayabilmeleri kolay değil. Fakat devlet adamları için yirmi yıllık gecikmişlik bağışlanamaz. Hâlâ büyük ölçüde Soğuk Savaş psikolojisi içinde 'içerikten ziyade görüntü önemlidir' mantığıyla hareket eden Rusya ve Türkiye'nin romantik beklentilerini Hatay'da ve Kazan'daki üç dinli mekânlar temsil ediyor. Oysa Osmanlı dönemindeki üç dinli Kuzguncuk gerçeği, ısmarlanmış bir görüntüyü değil, ilkesini Kur'an-ı Kerim'den, uygulamasını Peygamber'in Medine'sinden alan hayatileştirilmiş hoşgörü kültürünü temsil ediyordu.
|