| |
Cehaletin nefreti
Türkiye'deki en büyük işkencelerden biri de "abuk-sabuk" laf dinlemek mecburiyeti. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde de az ilerimizdeki Yunanistan'da da duyamayacağımız demeçlerle ve tavırlarla biz burada karşılaşmak durumunda kalıyoruz.
Örneğin, Yunanistan'da, hiçbir askeri yetkili siyasi bir demeç veremez. Görevinden olur. Gene Yunanistan'da "cumhuriyet" ile "demokrasi" farkından bihaber bir konuşma yapılamaz. Çünkü Yunanistan AB standartlarında bir "demokratik cumhuriyet" olmuştur. Gene Yunanistan'da hiçbir askeri yetkili "üniter" ve "federal" arasındaki farkı bilmeden nutuk atamaz. Halkın egemenliğinin karar vereceği bu tür "idari yapılanmalara" ait değişmezliği savunamaz. Gene Yunanistan'da "ulus-devlet" Tanrı'nın kelamı gibi sunulamaz, zaten AB üyeliği ile bu geride kalmış, Yunanistan ulusal parası drahmi'den "Euro"ya geçmiş, egemenliğinin bir kısmını yerel yönetimlere devrederken, bir kısmını da Brüksel'e aktarmıştır. Gene Yunanistan'da devlet memurları ülkenin aydınlarına sövüp sayamaz. Gene Yunanistan'da yetkililer demokrasi dışı "ideolojileri" resmi tavır empoze edemez. Ama bizde oluyor.
En betime giden de, Türkiye'deki zevatın hala "üniter" ve "federal" örgütlenme arasındaki farkı bilmemesi... Hepsi de "üniter" kavramını "toprak bütünlüğü" ile eşanlamlı sanmakta... Halbuki üniter yapılanmanın zıttı "bölünme" değil, "federal" bir idari yapı... "Federal olursak bölünürüz" anlayışı hiçbir demokratik ülkede söz konusu değil. ABD de federal, Almanya da federal, İsviçre de federal... Üstelik demokrasilerde hangi idari yapıya dayalı bir yönetimin geçerli olacağını bürokratlar değil, halk egemenliğini temsil eden siyasi irade belirler. Herhangi bir idari yapı sonsuza kadar geçerli kalacak mantığıyla demokrasi de olmaz. Ne var ki, federal yapı çok daha gelişmiş, kalkınmış, temel sorunlarını çözmüş, bölgesel dengesizliklerini gidermiş, kişi başına gelirini çoğaltmış ülkeler için geçerli... Bizim gibi siyasal ihtirasın herkesin gözünü bürüdüğü, temel sorunlarını çözmede büyük güçlükleri olan ülkeler için fazla lüks bir yapılanma bu... Ama gene de, kavram hatası yapmaya ve antidemokratik bir söylemi benimsemeye bir bahane olmamalı...
Bir de "ulus-devlet" fetişizmi var. Türkiye "ulus-devlet" yapılanmasını kimden kopya etti? Batı'dan, özellikle de Fransa'dan... Üstelik, dünya değiştikçe toplulukların örgütlenme biçimi de değişiyor... Kabileden feodal beyliklere, merkezi imparatorluklardan ulusdevletlere neden geçildi? Bunun cevabını vermeden nutuk atma merakı koyu bir felaketle sonuçlanıyor... Ayrıca da, eğer "ulus-devlet" değişmez bir durum ise, bizim bunu örnek aldığımız Fransa ulusal parası olan frank yerine Euro'ya neden geçti, egemenliğini neden Brüksel'e devretti?.. Gidişat, yavaş yavaş ulus-devletten, küreselleşmeye uygun yeni örgütlenmelere doğru... Bu trendi algılamayanlar, merkezi imparatorlukların olduğu dönemde yaşasalardı aynı şehvetle "ulus-devlete" söverlerdi herhalde... Çünkü aslında onlar hayatın özünü oluşturan değişimden nefret ediyorlar.
Tabii bir de, askeriyede yönetim kademelerine gelenlerin bir kısmının siyasete olan açık iştahları var. Askeri ceza kanununun kesin yasaklayıcı maddelerine rağmen siyaset konuşma geleneği sürüyor. AB, boş yere asker vesayetinden bahsetmiyor. Kendine benzemeyen herkesi "nefretle" karşılayan bir demokratik duruş olabilir mi? Bu tür konuşmaların özeti şu: "Hepiniz benim gibi olacaksınız yoksa sizden nefret ederim." Böyle bir mantığın hâlâ fütursuzca seslendirildiği ülkelerin AB tarafından ince elenip sık dokunarak denetlenmesine de gene bu standartların çok uzağındakiler kızıyor.
Kavramsal cehalet bir yandan... Dünyayı algılama çaresizliği öte yandan... Böyle bir açmaz insanı ne yapar? Hiçbir şey yapmazsa, aydınlardan nefret ettirir. Nefret yerine, dünyayı, olup biteni ve temelde her şeyi değiştiren "asıl gücü" yani teknolojiyi okumak çok daha sağlıklı değil mi?
|