Bebek...
Önce Edirne, sonra Manisa, ardından Kayseri. Bebeler ölüyor şakır şakır. Hamile eşini getiriyorsun, ertesi gün, hastane kantininden temin edilmiş bisküvi kutusunda yavrunun cesedini veriyorlar kucağına. "Bu öldü, 9 ay sonra gene gel."
Bir başka şehir, İzmir... El kadar bebeleri ellerinden ayaklarından yataklara bağlamışlar. Dokunmaya kıyamayacağın süt bilekler, morarmış... Bir tanesi kurtulmuş iplerden, atmış kendini ıssız koridora avaz avaz, "annem nerede, annem?"
Elleri bağlı bebeleri gösteriyoruz. Bakan görüyor, çözdürüyor. Ölen bebeleri gösteriyoruz. Görüyor da... Nasıl geri getirecek?
Bir başka şehir, Balıkesir... Bebe doğuyor, "göbek bağı" diye sol elinin serçe parmağını kesiyorlar. Baba dizlerini döve döve çırpınıyor, "dikilemez mi?" Dikilemez. Çünkü daha ilk nefeste neşterin vurduğu yerde, henüz kemik bile oluşmamış. "Pardon" diyorlar, "Allah'tan 9 parmak daha var..."
Bir başkası... Üç kuruşluk aşı mı yokmuş neymiş, bebeğin iki elini bilekten, iki ayağını dizden kestiler. Görüntüleri izliyorum. Bandajlar içindeki kolunu boşlukta sallıyor, öfkeleniyor emziği söküp atamadığı için... Olmayan eli bir türlü ağzına yetişmiyor...
Bunlar Patagonya'da olmuyor. Burada oluyor. Sonra merak ediyoruz... Sağlıklı yaşamak için ceviz mi yesek, fındık mı?
|