| |
Diplomatik poker
Fransa Başbakanı Villepin'in -Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın da desteklediği belirtilen- Kıbrıs çıkışı bizi hiç etkilemedi... Avrupa Birliği'nin oyunun ortasında kuralların değişmesine izin vermeyeceğini, böyle bir şeyin kestirilemeyecek sonuçlarını göze alamayacağını biliyoruz....
Pokerde olduğu gibi diplomaside de kartlar son ana kadar açılmaz, elin sağlamlığından emin olmadıkça rest çekilmez. Yapılıyorsa, bilin ki karşınızda blöfçü var. Dışişleri diplomatik pokerin bu altın kuralı çerçevesinde dün Fransa'ya Villepin'in açıklamalarının ne anlama geldiğini sordu. Yani, "Türkiye, Kıbrıs'ı tanımazsa müzakereler düşünülemez" derken gerçekten rest mi çekiyor, masadan kaçırmak için blöf mü yapıyor? Biz yazıyı kaleme alırken Fransa'dan "henüz" açıklama gelmemişti. Gelmeyecek de. Bu çıkışın iki amacı, daha doğrusu hedef kitlesi var: Fransız kamuoyu ve İngiltere Başbakanı Tony Blair. Başbakan Villepin 2007 cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidar partisinin adaylığı için İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy ile bilek güreşine tutuştu. Son kamuoyu araştırmalarında halk desteğinin artmaya başladığını görünce iyice umutlandı. Sarkozy'nin elinden Türkiye kozunu almaya çalışıyor. Kişisel inancının tersine Sarkozy'den daha hızlı Türkiye karşıtı görünmeye çalışarak, seçmenin sempatisini kazanmayı hesaplıyor. Chirac'ın 17 Aralık 2004 kararlarının altındaki imzasına ve daha sonra Erdoğan'a verdiği güvenceye rağmen Villepin'e destek çıkmasının nedeni ise hem içerde iyice daralan tabanını genişletmeyi ummak, hem de 16-17 Haziran'daki AB zirvesinde bileğini büken Blair'i çelmelemek. Malum; Blair, Türkiye ile 3 Ekim'de müzakerelerin açılmasını AB Dönem Başkanlığı'nın iki önceliğinden biri (diğeri AB bütçesinde reform) yaptı.
Masada sürpriz olabilir mi? Fransa'nın Kıbrıs Rum yönetiminin tanınmasını yeni bir önkoşul olarak dayatma girişimi sonuç vermeyecek. Alman muhalefetinin, Avusturya, Hollanda, Rum yönetimi, Yunanistan, Danimarka ve Lüksemburg'un da destekledikleri iddiaları doğru olsa bile. Çünkü oyunun tek kuralı var: Kopenhag Kriterleri. Türkiye, 17 Aralık kararlarında sıralanan koşulları (Başta TCK olmak üzere 6 yasayı çıkarıp yürürlüğe sokması ve gümrük birliği kapsamına yeni 10 üyeyi de alması) yerine getirip, Kopenhag Kriterleri'ni tamamladı. AB Komisyonu'na da bunu onaylattı. Uzun sözün kısası, 3 Ekim'de törenle masaya oturulacak. Ancak AB sözcülerinin bu güvenceyi tekrar tekrar vurguladıkları açıklamalarındaki bir cümleye dikkat etmek gerekiyor: "Müzakereler açılacak ama süreç zorlu geçecek." Ne demek bu? Anlatalım. AB ile müzakereler, müktesebatın toplandığı 36 başlık üstünden yapılacak. Onlardan biri de gümrük birliği. Ankara'da bugüne kadar "1996'dan beri AB ile gümrük birliği ilişkisi içindeyiz. Bizim için en kolay başlık bu" rahatlığı vardı. Ancak Ek Protokol ve deklarasyonla bu en kolay başlık en zorlardan birine dönüştü. AB, tarama sürecinin ardından "Müzakerelere gümrük birliği başlığıyla başlayalım" derse ne olacak? Ortalık karışacak. Zira o zaman Rum gemileri ile uçaklarına limanları ve havaalanlarını açmak zorundasınız. Kaçarı yok. Aksi gibi, İngiltere dönem başkanlığını tarama süreciyle geçirip, asıl müzakereleri halefine devretmek niyetinde. İngiltere'den sonra dönem başkanı kim dersiniz? Avusturya! Bir numaralı Türkiye karşıtı! Bu ince oyunlara karşı şimdiden hazırlık yapıldığını umuyoruz.
|