|
|
|
|
Krizin gözü kör olsun
Koalisyonlar istikrarsızlığın tohumlarını ekti. Ve o tohumlardan da krizler yeşerdi. Olan Türkiye'nin en az 15 yılına oldu. Genç kuşakların ekmeği küçüldü, doğmamış bebekler borç yüklendi.
Türkiye için borç 1980'lerden itibaren sorun olmaya başladı. Gerçi 1950'lerden itibaren dışardan borç alınmaya başlanmıştı ama bunlar genellikle IMF ve Dünya Bankası kaynaklıydı ya da devletten devlete açılan kredilerdi. Türkiye ödeme darboğazına düştüğünde (1958'de, 1970'lerde olduğu gibi), "Paris Kulübü" çatısı altında ortak hareket eden alacaklılar, Türk heyetini küçük düşürücü tavırlar da içeren uzun pazarlıklardan sonra hem borcun vadesini uzatırlar, hem de havasız kalıp boğulmasını önlemek için bir miktar daha borç verirlerdi. Ne de olsa Soğuk Savaş dönemiydi ve Türkiye, Batı'nın ileri karakoluydu.Özal'la birlikte Türkiye, uluslararası piyasalardan borçlanma aracını ilk kez ciddi olarak kullanmaya başladı. Önceleri ihtiyat elden bırakılmadı, örneğin 1990'lı yılların ortalarına kadar dış borcun GSMH'ye oranı yüzde 50'nin altında tutuldu. İpin ucu 1990'larda kaçtı. 1994 krizinde ilk kez dış borçlar GSMH'nin yüzde 50'sine ulaştı, 1998'de yüzde 60'a yaklaştı, 1999- 2000'de yüzde 70, 2001 krizinde ise yüzde 80'e dayandı. Son üç yıldır GSMH'nin yeniden artış trendine girmesi sayesinde borç azalıyor. Daha doğrusu GSMH'nin dış borcu karşılama oranı artıyor. Son 20 yılı kapsayantabloya baktığımızda GSMH'nin dış borcu karşılama oranında Özal'ın tek parti iktidarında belirli bir istikrar olduğunu görüyoruz, sonra 1999'a kadar artış eğilimli dalgalanma, Ecevit hükümeti döneminde ekonominin küçülmesi nedeniyle müthiş bir tırmanış, Erdoğan'ın tek parti iktidarıyla da soğutma sürecine giriş. Maastricht kriterlerini yakalamak için daha alınması gereken epey yol var. O yolda kazaya uğramamanın güvencesi ise siyasi istikrar...
TORUNLARIN GÜNAHI NE? İç borçların GSMH'ye oranına gelince; Türkiye için uzun süre ciddi bir sorun olmadı bu. 1984-2000 arasında hep GSMH'nin yüzde 30'unun altında seyretti.Ama 2001 krizi yok mu; ekonominin, siyasetin ve toplumsal yaşamın her alanını olduğu gibi, iç borçlanmadaki kabul edilebilir dengeyi de tepetaklak etti. Gecelik faizlerin yüzde birkaç binlere tırmandığı o karanlık günlerin kamu dengesinde ve borçlanma trendindeki darbesinin etkileri hala sürüyor. Bir yılda, daha doğrusu birkaç ayda yüzde 30'lardan yüzde 100'ün üstünde artışla yüzde 70'lere çıkan iç borcun GSMH'ye oranını şimdi aşağılara çekebilmek için toplumca öyle ağır bedel ödüyoruz ki... Söz hazır iç borçlanmadan açılmışken, faiz oranındaki dalgalanmaya da göz atalım. İçborçlanmanın yıllık ortalama bileşik faizi de bir başka krizde, Çiller dönemindeki 1994 krizinde tavanları deldi: Yüzde 160'ın üstünde! En sakin oranlar 2001 krizinin hemen öncesinde yakalandı: Yüzde 40'ın altı. Krizle birlikte yüzde 100! İlk krizde yüzde 80'den yüzde 160'a çıkmıştı, yani 2 katına. İkinci krizde ise yüzde 40'dan yüzde 100'e fırladı, yani 2.5 katına. Koalisyonlar Türkiye'ye çok pahalıya maloldu, çok... Gelecek kuşakların ekmeğini küçülttü. Doğmamış bebeklerin narin omuzlarına ağır bir yük bindirdi. Vicdanı olan herkesin torunlarımızın "ah"ını düşündükçe geceleri uykularının kaçması gerekir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|