Kuvvet, kudret, yargı
Bilmem sizin de öyle bir "çıkarsama"nız var mıdır? Şöyle: Bireyler... siyasi hareketler... bazen milletler veya onun temsilcileri; güçsüzlük, eziklik, kendine güvensizlik içinden abartılı "kuvvet ve gövde gösterileri" doğururlar. Ve kimi zaman çaresizlik, kimi zaman endişe, kimi zaman da sarhoş bir şımarıklık bu abartılı gösteriye abanmayı şiddetlendirir. Açıkçası; benim, sizin öyle bir "çıkarsamamız" olup olmaması da tarihi çok ilgilendirmiyor; çünkü, her zaman bu şekilde yorumlanmamış olsa da, tarihte bunun kafi miktarda örneği var. Daha bireysel ve aktörünün karakteriyle sınırlı görüneni de... Çok daha kitlesel ve insanları kıyımlardan geçireni de. Kimi buna "köşeye sıkışmış kedi tırmalaması" der... Kimi ise "kuduz köpek" saldırganlığı. Ben öyle demem. Çünkü her durumu izah etmez.
Mesela, özgürlükçülüğe ihtiyacı olan bir seçmen kitlesine... Özgürlükçülüğe ihtiyacı olduğunu nihayet anladığı sanılan ve umulan bir çekirdek kadroya... Eh, iktidar anından sonra hiç de fena sayılmayacak bir özgürlükçülük tutkusuna rağmen, AKP'nin ve liderliğinin içine girdiği tutumu da izah etmez. Çünkü ne köşeye sıkışmışlık, ne kudurma mevzubahistir. Ne mevzubahistir? Gücünün ve aklının yetmediği yerlerde teslimiyet oranı artarken (bkz. ABD, IMF, başöürtüsü)... Gücünün yettiği yerlerde abartılı bir güç ve gövde gösterisi ile azgın bir "devleti mülk edinme" tutkusu mevzubahistir.
Mitinglerde protestocu azarlayan... Protesto edenlerin bilfiil sicilini çıkarttırıp nelerden sabıkalı olduğunu filan araştırtan başbakan üslubu... Parti tabanının arzuları ve her bir bakan, bürokratın "iktidarın iktidarı" heveslerini de hormonlamış... "Meclis'te muhalefeti susturma" diye de tabir edilen içtüzük değişikliği gibi... Daha da önemlisi... "Yargıyı rehin alma" da denilen "hakim, savcı atama yetkisi"nin temerküzü gibi "abanmalar"a yol açmıştır.
Yanlış bir varsayımla zaten hep yargı "bağımsız" sanıldı; "Yargı bağımsızlığı"ndan dem vuruldu. Bu ideal durumun fiili hali ancak şu olabildi ve zaten öyle olabilirdi: "Yargı bağımsızlığı" değil, "Yargıç bağımsızlığı" mümkündü. Yani, "Bağımsız Yargı" dan değil, "Bağımsız yargıç"tan söz edebilirdik. "Basın özgürlüğü" meselesinde olduğu gibi yani. "Bağımsız, özgür basın" mı daha hakiki, "bağımsız gazeteci" mi, gibisinden. Büyük harfli, yani kurum olarak "Yargı"nın değil, bir takım "bağımsız yargıçların bağımsız yargıları" daha hakiki bir şeydi. Çünkü; şimdi AKP'nin "daha da bağımlı" kılma operasyonundan önce de, tayinterfi gibi mekanizmalarla, eh dört bir yanı ve her bir makamı ile binası ve geleceği aynı olmayan yurt sathındaki tercihlerle, hakim ve savcının hayatı zaten "Ankara'ya bağımlı"ydı. Az oynanmadı bu bağımlılıkla. Zaten Meclis'in çıkardığı yahut değiştirmediği veya değiştiremediği kanunlara "bağımlı" olanların içinden ikbal bağımlısı olan da çıktı... "Rejime bağlılığı"nı bir "ideolojik asker" olarak beyan ede ede bağımsız ruhunu öldürdüğünü fark etmeyen, umursamayan da. Ahbabım işadamları yetmemiş olacak ki; iktidar şimdi kendi "önyargı"sının da peşinde. Doğru işler diye yola çıkanların, yanlış işleri. Güçsüzlüğün kuvvet gösterisi. Ayıp ve sakat!
|