| |
İzinsiz yazı yazılamaz
Bir süredir gazeteler, tuhaf birinci sayfa haberleri vermeye başladılar: "İki davadan daha paçayı kurtardık!" Bu, şu manaya geliyor. Falanca haberimiz hakkında açılan tazminat ve ceza davalarından beraat ettik! Zil takıp oynayacak fukaralar, haksız da değiller. Yakında, yeni bir rekabet kokusu almaya başladım: O da bi şey mi, asıl biz öyle bir davadan kurtulduk ki. Kaybetseydik, yazişlerimiz toptan içeri girecekti. Hadi lan, siz daha dava görmemişsiniz! Bizim baş muharrir, 36 seneyle yargılanıyor!
Buradan anlaşılacağı üzere, gazetelerde "İzinsiz yazı yazılamaz" vaziyetleri doğdu. "Tekzip korkusu" sardı yazarların yüreğini... Avukat, oturup destan gibi tekzip yazıyor, okuyorsun, senin eleştirilere tek cevap yok içinde... Ama mahkeme öyle buyurmuş. Yayınlama da göreyim. İnsan hakları falan değil bunun adı, avukatlara yeni bir kazanç kapısı! O zaman sen ne yapacaksın? Sarılacaksın telefona, filancanın avukatını bulacaksın... Abicim, senin müvekkilin, komşunun atını çalarken yakalanmış, beygirle birlikte cürmü meşhut resimleri de var, bu at hırsızı hakkında yazı yazmak istiyorum, ne diyorsun? Yazıyı önce bir faksla koçum, bir inceleyelim! Ama gazetecinin eleştiri ve yorum hürriyeti? O da ne ki?
Türkiye bir gariplikler ülkesi, diyeni ben garipserim. RTÜK'ü biliyorsunuz. Özel televizyonların gelirlerinden her yıl çuvalla para topluyor, o da yetmiyor, ceza üstüne ceza yağdırıyor. İki türlü ceza var: Ya, gönderin oradan 200 milyar lira arkadaşlar... Ya da falanca programı kapattım, onun yerine şu gönderdiğim belgeseli yayınlayacaksınız! Kaderin cilvesine bakın ki, geçenlerde, RTÜK'ün cezalı bir televizyona mecburen yayınlattığı belgesel, reyting rekorları kırdı. Yıkıldı ortalık... Ben olsam bizim Yılmaz Özdil'in yerine, haberler için yırtınacağıma, RTÜK'e bir telefon çakarım, olur biter: İki çuval kelepir belgesel rica ediyorum! Böylece, "özel televizyonların" RTÜK marifetiyle devletleştirilmesine de katkı sağlanmış olurdu.
Yeni TCK'da, "yayın yoluyla" diye bir kavram var. Demekteler ki, ve eleştirilerini yayın yoluyla ortaya koyduğun takdirde, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis gelebilir." Peki, biz düşüncelerimizi "ne yoluyla" ortaya koyacağız? Name yazıp, okurların evlerine mi göndereceğiz? Gizli gizli mektuplaşacak mıyız okuyucularla? O vakit de, "bu herifler yeraltı teşkilatı kurmuş mektuplaşıyorlar" denilmeyecek mi? Gizli örgütten okka altına gitmeyecek miyiz? Bir okuyucunun da ertesi gün şöyle cevap yazdığını tahayyül edin: Sayın yazarım, vallahi, Kezban hanıma yazdığın mektup daha güzeldi, ben de ondan istiyorum. Yahut, her sabah gazetenin penceresine tüneyip, oradan bağıra bağıra mı anlatacağız eleştirilerimizi? Gazete denilen alet zaten "yayın organı" değil mi? O halde, bir yayın organında, "yayın yoluyla suç" nasıl oluyor da oluyor? Pek yakında bütün Türk yazarları, Tosun misali umumi helalarla döktürmeye başlarsa, hiç şaşırmayacağız. Okuyucu da kafasına göre hela seçmeye başlayacaktır: Hanım, ben bu sabah Taksim'deki helaya gidiyorum, oradaki herif çok güzel yazıyor! Türkiye gariplikler ülkesiymiş! Yok yahu, daha neler!
|