Yasa ve küçük bir çocuk
Zorlu yumağı çözmek, elinde Medeni Kanun'dan başka bir şey olmayan hâkime düşüyor.
Günlerdir karın ağrısı çekerek yaptığımız bir haber var. Asıl hedefimiz Türkiye'deki "Koruyucu Aile" sisteminin işleyişindeki çarpıklığa dikkat çekmek. Ancak bu haberler ister istemez bir çocuğun yaşamını derinden etkileyecek. 3 yaşından beri koruyucu ailesinin yanında yaşayan bir çocuğun, bundan sonraki yaşamı bir yargıcın katı hukuk kuralları çerçevesinde vereceği bir karara bağlı olacak. Kimse o yavruya tercihini sormayacak ama yaşanmış son 6 yılı da onun hafızasından silemeyecek. 9 yaşındaki bir çocuk, belki de yıllarca anne dediği bir kadından alınıp gerçek veya biyolojik annesine verilecek. Bizde gelişmiş bir aile hukuku yargılaması olmadığı için işin içine pedagoglar, psikologlar giremeyecek. Bir hâkim elindeki yasal metinlere bakarak kararını verecek. Bu konu aklıma geldiğinde iki edebiyat eserini düşündüm. Biri Cengiz Aytmatov'un "Selvi Boylum Alyazmalım"ı, biri de Nâzım Hikmet'in "Kan Konuşmaz"ı. Selvi Boylum Alyazmalım, Türkan Şoray, Ahmet Mekin ve Kadir İnanır'ın usta oyunculuklarıyla beyazperdeye de yansımıştı. Filmin kadın kahramanı Türkan Şoray'ın ağzından sevdiği kadın ve oğlunu geri almak isteyen Kadir İnanır'a, "Sevgi emektir" diyordu. Nâzım Hikmet'in kahramanı da kendisine yıllar sonra sahip çıkmak isteyen babasına "Kan konuşmaz" yanıtını veriyordu. Burada otomatik olarak bu olayla ilgili bir yargı vermek istemiyorum. Sadece bir gerçeğin altını çiziyorum. Evlatlık kurumu oturtulamadığı için, koruyucu aile sistemi çarpık biçimde işliyor. Koruyucu aile sisteminin asıl amacı, çocukların soğuk, metal bir esirgeme kurumunda büyümesinin önüne geçmek, bir aile sıcaklığı sunmak. Koruyucu aileler uzmanlar, müfettişler tarafından sürekli denetleniyor. Bu sistemi işletebilmek için devlet, koruyucu aileye para veriyor. Koruyucu aileler, ayrıca gerçek anne ve babalarla da sürekli bir ilişki içinde olup çocuğun gelişimi hakkında bilgi veriyor. Önümüzdeki olayda böyle bir ilişki yok. Bir minik yavru, koruyucu aile kılıfı altında "evlatlık" verilmiş. Çünkü gerçek anne, çocuğunu evlatlık verilmemesi koşuluyla yuvaya bırakmış. Görülen o ki, bizde Türk usulü bir sistem işlemiş ve gerçek anne nasılsa geri gelmez düşüncesiyle sistem biraz zorlanmış. Yeterince özen gösterilmeden, kurallarla oynanarak gerçekleştirilen bir işlem bugün iki kadın ve küçük bir yavrunun kaderini belirleyecek bir hale dönüşüvermiş. İçinden çıkması gerçekten zor bir durum. Ortada minik bir yavruyu çocuğu olarak benimsemiş, 6 yıldır hastalığında, okula ilk gittiği günde, mutsuzluğunda, sevincinde destek olmuş, gece başında beklemiş bir kadın var. Yine ona "anne" demiş, sevincini, üzüntüsünü onunla paylaşmış bir çocuk var. Üstelik bu çocuğun büyüdüğü belli bir kültür ortamı var. Bir de onu bir gün geri alırım umuduyla yuvaya bırakan gerçek annesi var. Bütün bu zorlu yumağı çözmek ise elinde Medeni Kanun'dan başka bir kaynak olmayan bir yargıca düşüyor. Bu davada yasa ne diyorsa, onu yapmak zorunda. Küçük çocuğun çıkarını düşünerek bir karar vermesi, vicdani kanaatini kullanması mümkün değil. Keşke sadece o küçük kızın geleceğini düşünerek karar verilebilecek bir sistem geliştirmiş olsaydık. Keşke küçük bir çocuğun hayatını soğuk yasa maddelerinin arasına sıkıştırmasaydık.
|