| |
Fransa kendini azletti...
AB'yi şekillendiren ne? Küreselleşme... Peki küreselleşmeyi belirleyen ne? Tarihin temposu... Tarihin temposu ne demek? Zamanın ruhuna uygun olarak gelişen teknoloji demek. Önce Fransa'nın, ardından da Hollanda'nın AB Anayasası'na "hayır" demelerini, yakın plan ele aldığımızda bunlara birçok güncel siyasal neden bulunabilir ama daha geniş bir açıdan bakıldığında, tarihsel sürecin minnacık bir kısmında bu iki ülkenin, yeni gelen dalgayı hemen içselleştirmekte zorluk çekeceğini görebiliriz. Ancak, burada AB'nin kurucu çekirdeğini oluşturan ve bir önceki burjuva devrimine öncülük eden Fransa'nın konumu daha da önem taşıyor. Tarımdan fabrikaya geçerken liderlik yapan Fransa bugün artık kol gücünden beyin gücüne geçerken irtifa kaybediyor. Süreci algılamakta ve yönlendirmekte zafiyet gösteriyor. Belki de bilinçaltı, geçmişteki liderliğini artık yenileyemeyeceğini görerek direniyor. Fabrikalarda çalışmanın merkezi olan Fransa artık bilgisayarların dünyasında eskisi gibi yıldız olamayacak. Tabii referanduma Paris'in yüzde 66 "evet" derken, taşranın "hayır" da inatlaştığını da anımsamak gerek. Her şeye rağmen iki Fransa'nın olduğunu ama yeniye hamle edenin geride kaldığını akılda tutmakta yarar var.
Bireylerin tarihsel bir perspektifle, bu anı geçmişten geleceğe bir büyük zaman dilimi içinde değerlendirmesini beklemek haksızlık olur. Yaşamın günlük çilesinde kavrulan biri o anki sıkıntısının giderilmesiyle ilgilidir. Fransa'ya da bakıldığında bugün aylık geliri üç bin Euro altında kalan, yeni hayatın içinde zorlanan herkes AB Anayasası'na hayır dedi. Bir sonraki aşamada varlıklarını koruyamayacaklarından büyük endişe duyduklarını beyan ettiler. Hollanda'da da ileri düzeydeki bir sosyal hak demetinin kaybolması insanları ürküttü. Ama sosyal haklar da, 1929 Krizi ertesi, talebi artırarak arabayı yola koymak isteyen Keynes'in reçetesi olarak doğdu ve gelişti. Ekonomik büyüme döneminde rahatlıkla yol aldı... Ancak sistemin dönüşüm virajlarında, hele kol gücünden beyin gücüne geçiş aşamasında toplumların krize girmesi kaçınılmaz oluyor. Sosyal devlet de bu nedenle kaçınılmaz olarak nitelik değiştirmekte...
1750'lerdeki Avrupa'ya bakanlar, köylülükten işçiliğe geçişin tüm depremini görebilir. Bugün ise sanayi döneminden daha da derin bir devrim yaşanıyor çünkü bedensel güç üretim sahnesinden çıkıyor. Fransa'nın ya da Hollanda'nın ya da herhangi bir diğer üye ülkenin bunu hiç sorunsuz atlatmasını beklemek de ne kadar doğru? Olaylara bu açıdan bakınca, tarihin temposuna karşı konulamayacağı ancak buna uyum göstermenin çok kolay olmayacağı netleşmekte...
Güncel açıdan birçok şey söylenebilir, Amerikan etkisinin arttığı konfederatif bir AB fikrinin güçlendiği gibi. AB muhakkak bu geçici durumu da çözerek yoluna devam edecek. Tek pazardan başlayıp tek para birimine giden süreci unutarak bu geçici dönemi bir "son" olarak kabul etmek yanıltıcı olur. AB, sorun çözme kabiliyetine sahip. Üstelik reddedilen ve zora giren sadece anayasa metni. Türkiye henüz bilgi çağının çok uzağında seyrediyor. Düşünün ki köylülükten sanayiye topyekun geçebilmiş değiliz. Türkiye'yi, AB'deki çözülecek günübirlik sorunlar değil, AB standartlarında bir ülke olabilme hedefi ilgilendiriyor. Bir yaşına gelmeden ölen çocuklar konusunda şampiyon, gelir dağılımı adaletsizliğinde dünyanın son beşinde yer alan, işsizlik ve yoksulluk sorununu çözememiş bir ülkeyiz. AB bu açıdan Türkiye'nin sağlık reçetesi görevini görmekte. Günlük yaşam hızla akıp geçiyor. Ama ardında hep tarihin temposu ve zamanın ruhu var. Bir çağ değişirken asıl belirleyici olan bu yeni dinamik oluyor. Olup biteni bu açıdan değerlendirince huzursuzluğa gerek yok. Huzursuzluk yaratacak tek şey kimi ülkelerin bunu daha hızlı algılayıp, diğerlerinin daha yavaş algılaması. Keşke biz hızlı uyum gösterip hemen anlayanlardan olabilseydik.
|