Sezer'in hakkı Sezer'e
Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devlet kurumları ile çatışmaya girmek kimseye hayır getirmez.
Türkiye, demokratik bir hukuk devleti. Seçimle işbaşına gelen iktidarlar, programlarını gerçekleştirmek amacıyla her türlü icraatı yapabilir. Ama bunun bir koşulu var, o da anayasal sınırlar içinde kalmak. Hükümetler yetkiyi halktan alır ve hesabı yine halka verir. İktidarda başarılı olmak amacıyla istediği atamaları hukuk çerçevesinde yapabilir. Çünkü halka bir program sunmuştur, bunu gerçekleştirmek için kendine yakın ve ehil kadrolarla çalışmak en doğal hakkıdır. Ancak bir başka gerçek daha var. O da Türkiye'nin anayasal sistemi. Anayasamızın 104'üncü maddesine göre, "Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder, Anayasanın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir." Anayasa Mahkemesi, 1993 yılında verdiği bir kararında bu durumu şöyle ifade etmiştir: "Cumhurbaşkanı'nın Bakanlar Kurulu'ndan ayrı bir konumu bulunmasına karşın, yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu birbirinden bağımsız işlemler yapma yetkisine sahip değildirler. Anayasa'nın 8. maddesinde; "yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır ve yerine getirilir" denilerek yürütme işlemlerinin hukuksal geçerliliği için her ikisinin de katılmalarıyla ortaklaşa yapılması gereği çok açık bir biçimde ortaya konmaktadır." (Kaynak: Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku) Yani, Cumhurbaşkanı Sezer'in tavrı iktidar açısından rahatsız edici olabilir ama tamamen anayasadan kaynaklanan bir yetkidir. Bugün Türkiye'nin siyasi yapısında, seçimle gelmiş iktidar ile yine Meclis'ten seçmiş olduğu Cumhurbaşkanı arasında büyük bir gerilim olduğu bir gerçek. Cumhurbaşkanı Sezer, hükümetin özellikle atamalarına ciddi bir kuşkuyla yaklaşıyor. Ancak görülen bu kuşkular sadece "laiklik" konusunda aşırı hassasiyetini bildiğimiz Cumhurbaşkanı Sezer ile sınırlı kalmaması. Hükümetin reform politikalarının büyük destekçisi olan TÜSİAD da son dönemdeki icraatların AB ilişkileri gölge düşürmesinden duyduğu endişeyi dile getirdi. Türkiye, her iktidarın kendi kadrolarını yaratıp devlet içinde güçlendirme geleneğine sahip bir ülke olduğu için atamalar konusundaki hassasiyete tamamen asılsız diyemeyiz. Hükümet elbette ehil gördüğü kadrolarla çalışma hakkına sahiptir. Ancak bu yolda adım atılırken devletin bir hukuk sistemi olduğunu unutmadan yapmalıdır. İktidar, Cumhurbaşkanı'nın halkın önemli bir bölümü tarafından "laikliğin bekçisi" görüldüğü gerçeğini de hiçbir zaman göz ardı etmemelidir. Yukarıda dediğim gibi, bu iktidar açısından rahatsız edici olabilir ama bugün Türkiye'nin önemli bir gerçeğidir. İktidar atama ve yasalarla ilgili olarak Anayasa'nın kendisine verdiği yetkiyi sonuna kadar kullanmakta elbette serbesttir. Ancak Türkiye'de laikliğe yönelik uygulamalar hakkında kuşku yaratmak, Avrupa Birliği projesine ciddi bir darbe indirecek, bu da iktidarın daha uzun vadeli demokratikleşme çabalarına önemli bir engel teşkil edecektir. Türkiye'nin önünde ciddi sıkıntılar ve tarihi bir fırsat var. Bu dönemi daha demokratik, insan haklarına saygılı bir sistem olarak kullanmak da, yeni gerilimler yaratarak demokratikleşme çabasına sekte indirmek de tamamen iktidarın elinde. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere devlet kurumları ile çatışmaya girip gerilimi tırmandırmanın kimseye hayır getirmeyeceği ortada.
|