|
|
|
|
|
Çiftlik balığından korkmayın
|
|
Marmara'da avlanma yasağı başlasa da çiftlik ortamında üretilen birbirinden lezzetli balık türlerini gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz.
Sofralarımıza yeni derya kuzuları
Marmara'da avlanma yasağı başlıyor ama çiftlik ortamında üretilen Ege ve Akdeniz'in birbirinden lezzetli yeni balık türleri sofraları şenlendirecek.
İnsanoğlu çok nankör. Dünyanın en lezzetli, eti en nadide balıklarından biri olan levrek, balık çiftliklerinde üretilip kader ortağı çipura ile birlikte yaz kış tüm balık lokantalarının mostrasında boy göstermeye başladığından beri burun bükülür oldu. "Yine mi levrek!" diye hayıflanıp, sıradan sayılan, ancak piyasada bulunamayan balıklara imreniyoruz. Mayıs ayına girilmesiyle birlikte Marmara'da bir kez daha avlanma yasağı başlıyor. Dolayısıyla, uzaklardan buzlanıp getirilmiş ithal balıklar ve yasağı hiçe sayarak kaçak avlanılmış olanlar bir yana bırakılırsa, kolayca bulabileceğimiz sadece bu iki tür çiftlik balığı. Ancak benim gibi balıkseverler için çok önemli bir gelişme var. Geçenlerde elime Metro zincirinin çıkardığı bir el ilanı geçti. Burada, bugüne dek sadece levrek ve çipura ile sınırlı olan kültür balıkçılığına Akuvatur adlı bir firma tarafından altı yeni balık türünün katıldığını okudum. Ardından bu güzel müjdenin izini sürmeye başladım.
DOĞALINDAN FARKI YOK Önce iyi haberi vereyim; artık sinarit, sivriburun, karagöz, eşkine, fangri, kırmızı bantlı mercan ve sargoz gibi nadide balıklar da kültür ortamında yetiştiriliyor. Bunlardan sinarit, karagöz ve eşkine daha şimdiden satışa sunulmuş, fangri, mercan ve sargoz gelecek yıl balıkçı tezgahlarına çıkacak. Kendi adıma benim çiftlik balıkları hakkında görüşlerim son derece olumlu. Balık çiftliklerinin Ege kıyılarımızın en güzel koylarına kurulması sakıncası bir yana, bu çiftliklerde üretilen balıkların doğadaki hemcinslerinden farklarının bulunduğuna inanmıyorum. Sadece bir usta balıkçının verdiği tüyo ile, balığın pullarını ters yöne sıvazlamakla, onun çiftlikte mi, doğada mı yetiştiğini bir ölçüde çıkarabiliyorum. Çiftlik balıkları aylarca dar kafes ortamlarında yüzerken birbirlerine sürtündükleri için pulları doğadaki hemcinslerine göre daha fazla aşınıyor ve ele derimsi geliyor, o kadar. Esasen nice "doğa levreği" diye satılan iri derya kuzularının da çiftlik ürünü olduklarını, sadece daha uzun süre beslenip irileştirildikten sonra piyasaya verildiklerini de bilenlerdenim. O halde doğadan yakalandığı öne sürülen ve aslında kültür ortamında yetiştirilmiş balıklara üç katı daha fazla para ödeyip, sonuçta aldatılmış olmaktansa, baştan kültür balığını seçmekte hiçbir sakınca görmüyorum. Kültür balıkçılığının öncüsü İzmir Çeşme'de, Eritre köyünde kurulmuş Pınar balık tesisleriydi. 1985 yılında kurulduğunda, henüz denizlerimizde balık oldukça bol bulunduğundan, kendi kendime, çiftlik balıklarına kimin yüz vereceğini sormuştum. Ama birkaç yıl içinde denizler tükendi, çiftlik balıkları balık meraklıları için tek kurtuluş yolu oldu. O günlerde Pınar tesislerini ziyaret etmiştim. Konuya aşina olmayanların tahmin edemeyecekleri ileri bir teknoloji saklı bu tür üretim tesislerinde. Önce yavruların yemi olan planktonlar, mikroskobik canlılar üretiliyor. Bu planktonlar, her balık türü için farklı. Sonra anaç balıklar, su sıcaklığı, akıntı, ışık gücü ve açısı ayarlanarak yılda belirli bir dönemde değil, bütün yıl yumurtlamaya yönlendiriliyor. Derken, yavrular biraz büyümeye başladığında, çabuk büyüyenler, gelişmesi daha yavaş olanlardan ayrılıyor. Yoksa iriler küçükleri yemeye başlıyorlar. Bu ayırma işlemleri birkaç kez tekrarlanıyor. Plankton yeme dönemi geride kaldığında, balıklar doğada ne yiyorsa, o yiyecekler sağlanıyor, irileşip satışa hazır hale gelinceye kadar bunlarla besleniyor. Bu kısaca anlattığım süreç aslında çok zahmetli. Yumurtalardan çıkan milyonlarca balıktan çok küçük bir bölümü satışa sunulacak boya ulaşıyor. Diğerleri tıpkı doğada olduğu gibi çeşitli nedenlerle elenip gidiyor.
YUNANLILAR PES ETMİŞ Pınar tesislerini gezdiğimde, bir köşedeki küçük havuzda kocaman bir anaç sinarit görmüştüm. Ne var ki, on yılı aşkın süre önce tanık olduğum bu durumun sonuçları zaman içinde piyasaya yansımadı. Bu kez Akuvatur firmasının sadece sinarit değil, onunla birlikte birbirinden lezzetli, iri Ege ve Akdeniz balıklarını da üretip çıkacak aşamaya ulaştırdığını görüyoruz. Akuvatur 1989'dan beri faaliyette. Başlangıçta yalnızca balık çiftlikleri için yavru levrek ve çipura üretmiş. Yeni tür balıklarla ilgili çalışmalar 2001 yılında başlatılmış. Oldukça iddialı bir girişim bu. Zira Akdeniz'in bu balıklarını çiftlikte üretmeyi çok daha önceleri deneyen Yunanistan ve İtalya zaman içinde pes edip işin peşini bırakmıştı. Akuvatur'un Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Haluk Tuncer, "Diğer firmaların bizim kadar başarılı olmamalarının nedeni, onların levrek ve çipura üretimi sırasında bu yeni türleri bir yan uğraş olarak görmeleri. Bizse sıfırdan, sadece bu türler üzerine yoğunlaştığımız tesisler oluşturduk" diyor. Derya kuzuları, tavuk çiftliklerindeki gibi 40 günde piyasaya verilecek boya ulaşmıyor. Örneğin bir sinarit 300-400 gram ağırlığa 12-16 ay arasında kavuşuyor. 1 kilonun üzerine ise ancak 3 yılda çıkıyor. Şu sıralar bile havuzlardaki sinaritlerin bir bölümünün ağırlığı 1 kiloyu aşmış durumda. Levrek ve çipuranın hakkını yemeyelim ama, denizlerimizdeki balık sayısı iyice azaldığından beri, tek bol bulunan ve kanıksamaya başladığımız bu iki tür çiftlik balığına mahkum olmayacağız. Akuvatur bu türleri bize yeniden hatırlatıyor. Bir yandan bugün 100 ton olan kapasite artar, bu balıkların miktarı bollaşırken, henüz listede olmayan balıkların da sofralarımızda boy göstermeye başlayacağına inanıyorum. Dolayısıyla balıkseverler, var olan tek tük balık çeşidi de avlanma yasağı ile birlikte ortadan kaybolduğunda, tam açık havada balık yemeyi canları çektiğinde, şimdiki gibi keyifleri kaçmayacak.
|
|
|
|
|
|
|
|
|