| |
|
|
Bürokrasiden vatandaşa "fıtık" nakli!..
Yer Nişantaşı'na adını veren nişan taşının altı. Kamera ileride duracak, ben telsiz mikrofonla anons edip; "Bakalım ahali ne diyor sayın seyirciler?" diyerekten ilerleyeceğim. Sonra da yoldan gelip geçene soracağım; "Siz olsaydınız verir miydiniz?.."
Civ civ civ Amanın o da ne?.. Durmak istediğim daş altına benden önce gelip çöreklenmiş bir adam var. Karton bir kutunun içine tıklım tıkış yerleştirdiği civcivleri satıyor. Korna seslerine bir kutu dolusu 'civıltı' karışıyor.
Köye gitsene Diyorum ki.. - Kardeş acuk çekiliver de bir anons yapayım şuracıktan. - Yok yaaa!.. Kalkayım da simitçi gelsin dursun di mi?.. - !!!!!!! - Te sabahtan tuttum bu yeri ben. - Kardeşim konser mi seyredeceksin de yer tuttun. Zaten Nişantaşı'nın göbeğinde uluorta civciv satıyorsun. - O hayvanlar ne bilecek ki nerede satıldıklarını. Bilseler bile ne olur ki? - !!!!!!!! - Hem onlar civciv değil bebek ördek. - !!!! - Civciv büyür ya tavuk olur ya horoz. Köylere gitsen görürsün - Zabıta gelir görürse sen de görürsün.
Bu sırada Bu muhabbet beni helak edince az öteden başlıyorum anonsa. Tam lafa nokta koyuyorum ki, üzerinde "Diyaliz Servisi" yazan bir minibüs peydahlanıyor. Çok yaratıcıyım ya, kenarından dolanıp, kırmızıda durmasından da yararlanıp şoföre soruyorum: - Tam da yerinde çalışıyorsun. Sen eşine, yakınına böbrek verir miydin ihtiyaç hasıl olsa? - Eemm!.. Gençse verirdim.
Nineler Adam o kadar donuk mimikli ve sesli ki iş çıkmaz ondan. Ama içeriye göz atınca bir grup yaşlı kadının oturduğunu görüyorum. "Hastalar mı" soruma olumlu yanıt alınca kameramanla birlikte atlıyorum minibüsten içeri. Tonton teyzeler. Bumburuşuk suratlı nineler çoğu. Ve yol boyunca sohbet muhabbet koyultuyorum, İlhan çekiyor.
Birer tane En yaşlı teyze en memnun olanı. - Allah devlete de, Şişli Belediyesi'ne de zeval vermesin. Bu araba bizi İstanbul'un her bir taraftan, evlerimizden alıp haftada 3 kere diyaliz merkezine getiriyor. İğnenin tanesi 500 milyon lira. Her defasında bir tane harcanıyor. Kendimize kalsaydık ölmüştük.
Ayaküstü Az sonra Merkez'in kapısındayız. Lakin içeri girerken zorluk başlıyor. -İzin var mı elinizde? Habersiz niye geldiniz? İçeride çekim yasak!.. Ayak üstü dert anlatıyorum görevlilere. - Kardeşim açın Sarıgül Başkan'ı sorun. O bize hep söylüyor. Halka dönük faaliyetlerin çekiminde sonsuz izni var medyanın diyor. - Bize ne kardeşim Sarıgül'den? - Nasıl yani Şişli Belediyesi'nin değil mi bu merkez? - Yooo!.. - Peki nereye bağlı.
Alo!.. Öğreniyorum ki Şişli Etfal'in birimiymiş. Belediyeye ait olan minibüsmüş sadece. O dakikadan sonra karşıma her kim çıktıysa ayrı ayrı anlatıyorum niyetimi. Ama "Sorumlumuz Abdülkadir Bey'den izin lazım" diyor hepsi de.
Sorsak ya!.. Abdülkadir Bey'i telefonla arayıp genel müdürlükteki toplantısından çıkarıp, anlatıyor, onay alıyorum ama "Şişli Başhekimi'ne de bir sorsak iyi olur" diyor.
Adı gizli Başhekimi arıyorum o da toplantıda. Yardımcısı bayan doktoru arıyorum, ilk alodan sonra cebi çekmiyor. O sırada yanımda bekleşen başhemşirenin cebine muhtemelen möhim ve 'adı gizlenen" bir hanımdan fırça telefonu geliyor. İzin vermek konusunda herkes yetkisiz, bizim oraya alınmamız konusunda herkes yetkili, işe bak.
Özü ne?.. Son olarak bir başka başhekim yardımcısını arıyorlar. Ben meselenin özünü 8'inci kez bir de ona anlatıyorum. Fikrimi şahane buluyor ama yanıt olumsuz. Sağlık Müdürlüğü'nden yazılı izin, gerekiyormuş. Öyle diyor.
Yaşayııın!.. Gözlerimden alev çıkararaktan konuşuyorum; - Tamam hocam vazgeçtim. Zaten salaklık bendeydi. İyi niyetle şu hayırlı işinizi kitlelere gösterteyim dedimdi. Bu kadar bürokrasi hem zamanımı çaldı hem hevesimi. Böbrek hastalarına verilen hizmeti, çekmeye geldim bürokrasiden fıtık oldum. Yaşayın emi?..
|