Kime sormalı?
Kitaplarıyla Türkiye'de de belli bir kesimin yakından tanıdığı ve tartıştığı Amerikalı Profesör Samuel Huntington İstanbul'dan geçti... Huntington'ı Türkiye'ye getirmeyi başaran Ünlü Konuşmacılar Ajansı, bu organizasyonla çok önemli bir iş yapmış oldu: Böylece Türk okurları ve entelektüelleri, 11 Eylül'den sonra ortalığı iyice karıştıran bu "farklı" düşün adamını yakından tanımış oldular. Kitaplarında İslam dünyasıyla ilgili görüşleri biliniyordu zaten. Ama İstanbul'daki konferansı nedeniyle, Türkiye hakkındaki "kişisel" düşünceleri de daha "net" biçimde ortaya çıkmış oldu. Ve önyargıları da... Dahası... Bu önyargılara sahip olurken Türkiye üzerinde yeterli bilgi ve verilere sahip olmadığı da anlaşıldı. Samuel Huntington, üzerinde çok konuştuğu bir ülkeyi bu konferans nedeniyle ilk kez görmüş oluyordu. Gazetelere de yansıyan iki cümlesi ilginçti: Sadece 24 saatliğine İstanbul'da bulunduğu için üzgündü. Eşi "her ne kadar" Ermeni de olsa İstanbul'u severdi. İstanbul'da daha fazla kalması Türkiye ile ilgili fikrini değiştirir miydi? O ayrı bir soru... Ama daha önemlisi bir düşün adamının, cümlesine "her ne kadar" diye başlayarak bilinçaltındaki "ayrımcı" düşünceyi sergilemiş olmasıydı. İkincisi kendi sorunu olabilir. Ama ilki hayli tartışılacak bir konudur: Bir bilim ve düşün adamı, yaşamadığı bir ülkenin "toplumsal ve siyasal" kaderiyle ilgili düşünceler zikrederken, o ülkeyi "görerek" de tanımak zorunda değil midir? Yani... Türkiye AB üyesi olamaz, derken... Yani... Türkiye tarihi ve kültürüyle İslam dünyasının lideri olmalıdır, derken... Yani... Atatürk'ün laisizm ilkelerini gevşetmesi gerekir, derken... Bütün bu çarpıcı düşünceleri, uzaktan kumandayla serdetme hakkına -ve imkanına- sahip midir? Hakikaten tartışılacak bir konudur bu... Kimileri; internetin bilgi sağnağıyla herkese "bereketli fikir iklimleri" sunduğu bir dünyada, kimsenin, ille de o mekanda "fiziki varlık" bulundurma mecburiyeti olmadığını söyleyebilir... Böyle bakıldığında, herkes, dünyanın öbür ucundaki bir ülke ve toplum hakkında bir "kanaat"e varma imkanına sahiptir. Ama... Öne sürdüğü düşüncelerin pek çok ülkede yakından izlendiğini bilen bir "kanaat önderi" herkes midir? Uzaktan bilgi kaynaklarına başvurarak ve istatistiklere bakarak; her yüz kişiden 28'inin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkenin "ekonomik durum"u için bir şeyler söylenebilir. Ama halkın, kültürel, sosyal, siyasal, bireysel eğilimleri üzerinde "söz ve fikir" üretebilmek için biraz daha "saha çalışması" yapmak gerekmez mi?
Bize kalsa; Türk halkının AB üyeliğine hazır olup olmadığı ve hangi değerlere yakın durduğu konusunda Huntington'ın ne düşündüğünden çok, Milanlı ve Liverpoollu taraftarların ne düşündüğüne önem verirdik. Hiç değilse 24 saattir değil "üç" gündür buradalar ve çarşı-sokak, barpavyon, müze-cami, lokanta-çay bahçesi dolaşıp duruyorlar... Yalan mı?
|