Dayanılmaz ağırlığımız
Gazete ve TV'leri izleyerek, internette dolaşarak dünkü günün (25 Mayıs 2005) sıcak olaylarını gözden geçirirken Türkiye'nin 'tek adam' yöntemiyle asla belini doğrultamayacağına bir kere daha iman ettim. Sanki ilahi bir seçici, bize her yandan çuvaldız batıran bir 'olay demeti' hazırlamış: -Bir an önce kurtarıcı saplantısından kurtulun! Olay demeti şu: * Kurulalı beri çok kimse tarafından kültür, istihbarat ve strateji adına Batı'nın Türkiye'deki Truva atı gibi algılanan, kendisi de öyle kabul edilmekten memnun gibi davranan Boğaziçi Üniversitesi'nin sözde Ermeni soykırımı ile ilgili paneli iptal edildi. Bu panel, Türkiye'de birtakım aydınların resmi şemsiye altında Ermeni meselesiyle ilgili resmi tezlere açtığı bir savaştır. Kanıt olarak panelin konu başlıkları kafidir. Tamamı soykırımın yapıldığına inandırılmış önyargılı uzman (!) kadro ile sözde bilimsel çalışma yapma numarası, her şeye rağmen başarılı da olmuştur. Çünkü bu sefil numara, 'Türkiye'de Ermeni meselesini bilimsel olarak tartışmaya bile imkan yok' şeklinde iğrenç bir yalanla sağduyuyu boğma fırsatı yaratmaya yetmiştir. * Meşhur 'Medeniyetler Çatışması' tezinin pazarlamacısı Huntington, Ermeni asıllı karısı İstanbul'u çok sevdiği için bir daha gelmek istediğini bildirdi ve ekledi: Avrupa sizi asla üyeliğe almayacak. * Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının açılışı yapıldı. * PKK yine saldırdı ve dört güvenlik görevlisini şehit etti. * İspanyol basını, Eurovision şarkı yarışmasında Yunanistan'ın birinciliğini Avrupa'nın Osmanlılaşması olarak yorumladı. Mesela ABC gazetesine göre Yunanistan 'Türk kültürü' sayesinde kazandı: 'Çünkü Yunanlılar ritim, dans ve şovlarıyla bütün Avrupa'ya bir Osmanlı şöleni yaşattı. Romanya, Arnavutluk, Sırbistan, Bosna Hersek ve Bulgaristan'ın da şarkılarında sürekli Osmanlı motifleri kullanıldı. Türkler neden bu kadar Avrupalı olmaya çalışıyor ki? Bıraksınlar, zaten Avrupa bu şarkı yarışmasıyla Türkiyeli olmaya başladı. Ayrıca Avrupa'da müzik çöktü. Nitekim Fransa, İspanya, İngiltere ve Almanya'nın Eurovision yarışmasında aldığı düşük puanlar ortada.
Bütün bu haberlerin bir güne sığması, ceset kadar olsun tarih bilincine sahip bulunmayan çoğu Türkiye vatandaşı için bir anlam taşımaz. Fakat eğer kendi geçmişiniz ve kimliğiniz hakkında az-çok bilginiz varsa bir çırpıda okuyacağınız bütün bu gelişmeler size müthiş bir 'önemli olma' duygusu verecektir. Apaçık ki, Türkiye olumlusu ve olumsuzu ile sayısız gelişmenin ve sayısız soru işaretinin merkezindedir. Her ne yaşanırsa yaşansın bu merkezi konum değişmeyecektir. Böyle bir tablo karşısında ancak iki vaziyetten birini alabilirsiniz: 1) Burası çok önemli bir ülke ama biz hakkını veremediğimiz için mutlaka bir ağa bulup onun koltuğunun altına sığınmalıyız. Soğuk savaş döneminde bu ağa ABD idi. Şimdi ondan daha uygar bir ağa bulduk: AB daha mülayim, daha barışçı, daha demokrat bir efendi olarak bizi koltuğunun altına almalıdır. Bu cici efendinin himayesine girebilmek için ne istenirse vermeye değer. 2) Ben bu çok önemli coğrafyanın hakkını dün verebildiğime göre yarın da verecek cevhere sahibim; bu hedeften de asla şaşmayacağım. Benim bütün günüm, bütün ilişkilerim, bütün tasarılarım bu temel hedefle örtüştüğü ölçüde anlam ifade eder, bu hedefle ters düştüğü zaman kağıt üzerinde geçerli bile olsa hiçbir değer taşımaz! Türkiye'de asli kavga budur. Ancak bu iki tavırdan haysiyeti merkez alanı, kuru böbürlenmecilerin dilinde rezil olmaktadır! Hatta milli haysiyet iddiasını ilmi ve fikri haysiyetten yoksun üsluplarla sürdüren zavallı kadrolar, aslında sığınılacak ağa arayanlara hizmet ederler. Zira söylemleri o kadar yüzeysel, övünçleri o kadar hazımsız, yönelimleri öylesine muhasebesizdir ki, doğrudan mandalığa razı aydınlardan daha fazla uşaklaştırıcı etki yaparlar. Onların dilinde ve tutumunda ulusçuluk, bağımsızlık, milli onur gibi terim ve kavramlar 'yükseltilen değer aydınları'na dalga geçme fırsatı verecek bir hamlık ve sığlık yansıtır. Onlar, haysiyetin hakkını veremeyenler olarak, mesela bayrak için kıyamet koparabilirler ama kutsal vatan toprağının denizlere akıp gitmesinden veya mesela milli yağcılaşma afetinden yana bir kaygı yansıtmazlar. Marifet, kendini haysiyetli-onurlu zannetmek ve satmakta değil, hakikaten öyle olabilmektedir. Onlarla veya bunlarla, öyle veya böyle, millet düşmanları hırslarından helak olsalar da, olmasalar da Türkiye'de müzmin tek adamla kurtulma kuruntusu mutlaka bitecek, toplu aklın haysiyet düzeni tesis edilecektir.
|