Ölüm geni yok!
Kimilerine "iyi" bir haber olarak gelebilir bu: İnsanda ölüm için bir gen olmadığı haberi yani... Evet... Bilim diyor ki; "Ölüm geni yoktur!" Yani, ölmekle ilgili bir genetik programlama mevcut değildir. Yani... Boşu boşuna ölüyoruz. Hani insanın genetik kodlarına "alın yazısı" deniyor ya... İşte bilim tam da bu noktada diyor ki; ölüm alın yazısı değildir. Ölmek kimsenin alnına yazılmamıştır. Öyleyse niye ölüyoruz ki?
Profesör Doktor Mithat Yılmaztürk "Yaşlanmayı geciktirip ömrü uzatabilir miyiz?" sorusuna işte bu "can alıcı" sorudan başlıyor: "Neden ölüyoruz?" Bu sorunun yanıtını bulabilirsek, ömrü sağlıklı olarak uzatmanın da bir yolu bulunabilir çünkü. Doktor Yılmaztürk, bu ülkenin "anti-aging" konusundaki en yetkin isimlerinden biri... Son kitabı da aynı adı taşıyor zaten. Bize sorarsanız söyledikleri inandırıcı. Çünkü kendi yaşamıyla ve yaşıyla tezlerini kanıtlamış oluyor
Gelelim "Neden ölüyoruz?" sorusunun yanıtına: Kitabında aktardığı "yaşam enerjisi" tezi ilginç gerçekten de: Bu teoriye göre, her canlı yaşama; belirli, fiks bir enerji kredisiyle başlıyor. Yaşam boyunca bu krediden harcamalar yapıyor. Yaşam biçimine göre erken ya da geç, bu enerji kredisi bitiyor ve yaşam da sona eriyor. (Ölüm geni yok ama ölüm kredisi var işte!..) Bataryasını çabuk boşaltan, daha erken ölüyor. Uzun ve sağlıklı yaşam, özellikle bu enerjiyi hoyratça harcamamaya bağlı... Yaşam enerjisi teorisini en güzel arıların yaşamı açıklıyor: İşçi arıların 600 km. uçuş enerjileri var. Bu kilometreyi tamamladıktan sonra ölüyorlar. Ömürleri üç ila altı ay arasında. Buna karşılık kovanda oturan ve işçi arılarca beslenen kraliçe arının ömrü beş seneden uzun. Çok hareketli ve çok yüksek metabolizması olan küçük hayvanlar uzun süre yaşayamıyorlar. Oysa; fil, timsah kaplumbağa gibi ağır canlı ve rahat hayvanlar çok uzun ömürlü oluyorlar. Doktor Yılmaztürk diyor ki: Enerji harcanması daha çok yaşam biçimine bağlı. Stres, öfkelenme, uykusuzluk, sigara, yanlış ve fazla besin alımı, aşırı spor önemli etmenler. Stres hormonları metabolizmayı hızlandırıyor ve kalori harcanmasını artırıyor. Sorunu böyle koyunca, hızlı enerji harcanmasını frenleyecek yaşam tarzını oluşturmak da "anti-aging"in temelini oluşturuyor. Çünkü; "iki insanın yaşam süresi arasındaki farktan yüzde otuzu genlerden, yüzde yetmişi ise yaşam tarzı"ndan kaynaklanıyor.
Bu konulara ilgi duyunca, herkes sanıyor ki; "Bu dünyaya kazık çakılmak isteniyor!" Ömrün saatinin ne zaman, nerede duracağını kim bilebilir ki? Aslına bakarsanız; "Yahu insan ömrü 120 yıla çıkacakmış!" diye sevinenlere biz de şaşırmıyor değiliz. Sanki; "yüz yirmi yaş"ına bugünkü görünümleriyle ulaşıp, bugün yaptıklarını yapabilecekler... Ne mümkün! 120 yaşlarını yaşayan "nadir" insanların görüntüleri çok mu cazip sanki? Bakınız: Yılmaztürk'ün kitabında "yüzüzeri"lerin fotoğrafları... Sonuçta... Önemli olan yaşadığınız sürece, -ne kadar yaşarsanız artık- baharın çiçeklerin kokusunu alabilmek, baharla uygun adım koşabilmek... Gerisi hikaye!..
|