Papazın Çayırı'nda ezeli rekabet!
Papazın Çayırı'nın neresi olduğunu belki bilmeyenler vardır. Bugünlerde Şükrü Saracoğlu Stadı'nın yükseldiği yerin "ilk" adıydı Papazın Çayırı... Yarın bu statta iki "ezeli rakip-ebedi dost"; Fenerbahçe'yle Galatasaray, doksan yıldır sürüp giden bu rekabetin yeni ve elbette asla son olmayacakbir raundu için sahada olacaklar. Doksan yıllık mücadelenin genelinde ve son tahlilde; "galibi ve mağlubu" olmayan bir süreçtir ezeli rekabet. Bu da geçecek! Biz "Papazın Çayırı" devrini yaşayanlardan değiliz. Lakin bu "saha" nın Fenerbahçe Stadı olarak anıldığı yıllarda geçti gençliğimiz. Ve... Sıkı durun! Şimdi -ve ilk kez- açıklıyorum işte: Bu satırların yazarı, tam kırk yıl önce bugünlerde, bu "saha"da, ezeli rekabet sınavına çıktı. Fenerbahçe Stadı'nın yeşil çimenlerinde, ezeli rekabet sınavında ter döktü. Tribünleri dolduran binlerce kişinin alkışları arasında "ezeli rakibi"ni alt edebilmek için mücadele etti takım arkadaşlarıyla birlikte. Karşılaşma berabere bitti, ama "bu satırların yazarı" elinden geleni de yaptı doğrusu. Ne yapalım... Yenemedik... Olmadı... Sonuçta, rakibimizin "kendi" sahasıydı Fenerbahçe Stadı... Bizse "deplasman" takımıydık. Oysa, boğazın karşı kıyısında, İnönü Stadı'nda "kendi saha ve seyircimiz" önünde olsak sonuç başka türlü olabilirdi. (O günlerde Ali Sami Yen filan yoktu, bütün maçlar İnönü'de oynanırdı.) Her neyse... O gün alt edemedik ezeli rakibimizi... Ama, ezeli rekabet o gün bugündür devam ediyor işte.
Bizim, o gün; "ezeli rekabet" karşılaşması için sahaya çıktığımız Fenerbahçe Stadı, bugünkü halinden çok farklıydı elbette. Şimdi "maraton" tribününün olduğu yerde, önceki yüzyıldan kalma ahşap bir tribün vardı birkaç yüz kişi alabilen. (Keşke mevcut yapının içinde bir şekilde korunabilseydi; boğazın eski yalıları gibi nostaljik bir mimari dokusu vardı çünkü.) Şeref Tribünü'nün bulunduğu yerdeyse, 1950'lerin sonunda inşa edilmiş, üçbeş bin kişi kapasiteli bir açık tribün yer alıyordu... Uzaktan bakılınca "geniş bir merdiven" gibi görünen dümdüz bir yapı işte. (Hani şu meşhur Topkapı filminin çekildiği tribün...) Stadın öteki cephelerinde tribün filan yoktu... Tel örgüye bile gerek görülmemişti. Doğrudan caddeye ve sokaklara açılıyordu yeşil saha... Halka açık(!) bir stadyum yani. Benim içinde yer aldığım ezeli rekabet maçı, böyle bir sahada yapıldı işte. Hiçbir olay çıkmadı.
Evet... Tam kırk yıl önceydi. Tam!.. 1965'in 19 Mayıs günü... Biz genellikle İnönü Stadı'nda olurduk. Onlar da Fenerbahçe Stadı'nda... Ama o yıl bir değişiklik yapıldı. Öğleden sonra bizi Kadıköy'e çağırdılar. Binlerce kişinin önünde birlikte mücadele edecektik... En çok alkışı alan, mücadelenin galibi olacaktı. Yani, hakem "halk"tı... (Keşke şimdi de öyle olsa, kararları tartışılan hakemler filan karışmasa işin içine...) Artık söyleyebiliriz. Biz "Deniz Lisesi"ydik... Ezeli rakibimiz de "Kuleli.." Zorlama bir benzetme yaptığımız sanılmasın... Gerçekten müthiş bir "ezeli rekabet" vardı aramızda... Yolda görsek birbirimize selam bile vermezdik, inanın... (Kızları mı paylaşamazdık, caka yarışına mı girerdik beyaz ve haki üniformalarla... Kim bilir? Ama öyleydi işte, Gassaray ve Fener'den beterdik yani...) Ama o gün işler değişti... O gün bizi aynı statta kim buluşturduysa, müthiş bir iş yaptı. Biz o gün, sahada yarıştıktan sonra, kol kola ayrıldık o stattan. Ezeli rekabet de, ebedi dostluğa dönüştü o günden sonra. Yarın ne mi olur? Bilemem... Bizim hakemimiz "halk"tı!..
|