Çifte standart
Kamu otoriteleri banka sahiplerini "iyi niyetli" ve "kötü niyetli" hortumcu diye ikiye ayırdı.
Hukukla devam edelim. Bugün Türkiye'de kabul etmemiz gereken bir gerçek var; yasa önünde herkes eşit değil veya bir başka deyişle yasalar herkese aynı eşitlikte uygulanmıyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, batık bankalar konusu. Türkiye'de son 5 yıl içinde sayısız bankaya el konuldu. Etibank, Sümerbank, Kentbank, İktisat Bankası. İmar Bankası, Pamukbank, Toprakbank, Esbank, Bank Kapital ilk anda sayabildiklerim. Bu bankaların sahiplerinin tamamı "hortumcu" ilan edildi. Ancak herkese farklı kurallar uygulandı. Kimi gözaltına alındı, kimi tutuklandı, kiminin ise kılına bile dokunulmadı. Eğer bir ülkede bankacılık sistemi çökmüşse, eğer banka sahipleri kendi kurumlarının içini boşaltmışsa, bunu hepsi aynı kurallar, aynı anlayış içinde yapmıştır. Ama kamu otoriteleri, siyasi mülahazalarla, bu banka sahiplerini kendi kafasınca "iyi niyetli hortumcu", "kötü niyetli hortumcu" olmak üzere ikiye ayırdı. Tamamen sübjektif olan bu değerlendirme sonucu iyi niyetli olduğu kabul edilen kesim ödüllendirildi, kötü niyetli olan kesim cezalandırıldı. Bugün geldiğimiz noktada Etibank'ın eski sahibi Dinç Bilgin, Pamukbank'ın eski sahibi Mehmet Emin Karamehmet ellerindeki tüm değerleri satarak banka sahipliği dolayısıyla kamuya yükledikleri zararın tamamını tazmin etme noktasına geldi. İmar Bankası'na 5020 sayılı "özel yasa" ile el konuluğu için hala satılması beklenen Telsim, Star Grubu, çimento fabrikaları ile bu grubun kamuya yarattığı zararın da tamamen karşılanması bekleniyor. Geri kalan gruba ise farklı bir hukuk uygulanıyor. Onların sadece saatleri, puroları, şarapları satılmakla yetiniliyor. Onların gözaltına alınma, tutuklanma riskleri yok. Onların fabrikaları çalışıyor. Onlar yine eski yaşamlarını sürdürüyor. Onlar yine işletmelerinin başında duruyor. Onlar için 5020 tehdidi bile söz konusu değil. Bu durum adalet duygusunu yaralıyor. Bu durum tüm yurttaşların yasa önünde eşit olduğu inancını örseliyor. Ortada bir gerçek var. Türkiye bankacılık sistemi aynı yöntemler, aynı aymazlık, aynı vurdumduymazlık sonucu çökmüştür. Eline bir banka geçiren herkes "büyük işadamı" rolüne soyunmuştur. Bu yolla haksız bir sermaye kaynağına ulaşma hakkı elde ederek ticari rakipleri karşısında eşit olmayan bir avantaj elde etmesi apayrı bir yazı konusu tabii. Bunun bedeli ödenmelidir. Ama bunun bedelini tüm sorumlular "eşit" olarak ödemelidir. Eğer, "buna değdi, buna değmedi" ayrımı yapılırsa adalet duygusu yara alır. Bir ülkede hukukun siyasi olması kaçınılmazdır. Mesela Türkiye'de hukuk sistemi laiktir. Ancak adaletin siyasileşmesi toplum hayatında onarılması imkansız yaralar açar. Sevelim sevmeyelim. Herkesin yasadan eşit olarak yararlanması, aynı yasanın herkese eşit uygulanması demokratik bir toplumun vazgeçilmez kuralıdır. Eğer kamu otoriteleri bir eski bankacıya yasaları sonuna kadar uygular, bir kısmının ise sadece şarabını, sigarasını satmakla yetinirse "çifte standart" duygusu yaratır. Türkiye bir "Lale Devri" yaşadı. Bugün onun bedellerini ağır bir şekilde ödüyor. Bu dönemin tüm sorumlularının da kendi bedellerini aynı şekilde ödemesi gerekir. Siyasi iktidara düşen, bu konuda gereken hassasiyeti göstermek olmalıdır.
|