| |
|
|
Zaten biz bu dünyada yaşamıyoruz ki..
Dünyanın dışında yaşadığını zannetmek, herhalde rahatlatıcı bir duygu. Ya da bütün toplumsal ilişkilerin, siyasetin, ekonominin geçen hafta başladığını varsayıp, her gün Amerika'yı yeniden keşfetmek, galiba " Yarın "a dönük hesapları da anlamsız kılıyor. Dün sabah NTV, CNN Türk benzeri " Haber kanalları "nı dolaştım. Sağlık programları vardı. Aynı anda BBC World ve CNN International, Moskova'dan canlı yayınlar yapmakta ve tarihçilerle siyaset bilimcileri, 60 yıl önce biten 2'nci Dünya Savaşı'nın günümüze yansımalarını yorumlamaktaydılar. " Bize ne 2'nci Dünya Savaşı'ndan? Biz girmedik ki bu savaşa " demek ne kadar kolay değil mi? Aynı umursamazlığı 1990'larda da " Sovyetler Birliği parçalandıysa bundan bize ne? Biz parçalanmadık ki " şeklinde de yaşamadık mı? Veya " İyi ki 1 Mart Tezkeresi reddedildi. Böylece biz Irak krizinin dışında kaldık " demiyor muyuz? Bu açıdan baktığınızda, Rönesans da, Fransız İhtilali de, Sanayi Devrimi de, Nükleer Çağ da, Bilgi ve İletişim Çağı da neticede " Yerli malı " değiller. Hatta Türkiye Cumhuriyeti, yeryüzünde ilk kurulan cumhuriyettir.. Birinci Dünya Savaşı'nın yenilen imparatorlukları üzerinde aynı dönemde kurulan cumhuriyetlerle hiçbir bağlantısı ve benzerliği yok Türkiye Cumhuriyeti'nin. Bundan sonra da dünyada ne olursa olsun, bunlar bizi ne ilgilendirecek, ne de etkileyecek zaten. Acaba gerçekten böyle mi durum? Gerçekten dünyanın merkezi Ankara mı? Ankara'da " Cumhuriyet Muhafızları " kararlı davrandıkları takdirde, bizler dış dünyada ne olursa olsun kendi dünyamızın koşulları içinde yaşamımızı eskisi gibi sürdürebilir miyiz? Yıllar önce genç bir gazeteciyken Türkiye'nin 2'nci Dünya Savaşı süresince yaşadığı serüveni incelerken (Türkiye Üzerinde Pazarlıklar, Birey Yayınları), o büyük olayın her açıdan Türkiye'yi nasıl etkilediğini görüp, dehşete düşmüştüm. Örneğin o zamanki İngiliz Dışişleri Bakanı Eden, 1941'de Moskova'da Sovyet lideri Stalin'le buluşuyor ve savaş sonrası Avrupa'sının sınırları üzerinde pazarlık yapıyorlar. Eden, bu görüşme hakkında Başbakanı Churchill'e şu bilgiyi veriyor: -Stalin, Türkiye bizim safımızda savaşa katıldığı takdirde Türkiye'nin 12 Adalar'ı almasını, Bulgaristan ve Suriye topraklarının bir bölümünün de Türkiye'ye verilmesini önerdi. 1943'ün Şubat'ında Adana'ya gelen Churchill ile, yanına Başbakan Şükrü Saracoğlu'nu ve Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı alan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü buluşuyorlar. Konu yine Türkiye'nin Müttefikler yanında savaşa katılmasıdır. 1942 Kasım'ında Stalin'le buluşan Churchill, daha sonra Kazablanka'ya uçmuş ve 1943 Ocak ayında ABD Başkanı Roosevelt ile "Türkiye artık savaşa katılmalı " diye karara varmışlardır. Evet.. Türkiye savaşa katılmadı. Bu yüzden savaş biterken Yalta ve Potsdam Zirveleri'nde varılan uzlaşma sonucu Türkiye'nin cezalandırılması için hem Amerika hem de Sovyetler Birliği, Boğazlar konusunda Türkiye'ye notalar verdiler. Bu nedenle, 12 Adalar, savaş sonrasında İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verildi. Türkiye 1946'da çok partili demokrasiye geçti. Doğu ile Batı arasında çıkan "Soğuk Savaş "ta, Amerika'nın yanında yer aldık. 1 Şubat 1947'deki " Truman Doktrini " ile, Amerika'nın stratejik müttefiki olduk. 1950'de Kore'ye asker gönderdik, 1952'de NATO'ya alındık. Yani bugün hâlâ bizi etkileyen pek çok durum, 2'nci Dünya Savaşı'nda başlayan gelişmelerin devamıdır. Ama madem biz savaşa girmedik, o zaman bütün dünya kamuoyunun izlediği Moskova'daki töreni izlemesek de olur. Zaten Başbakan Erdoğan Moskova'ya sadece Koçaryan'la el sıkışmak için gitti.
|