Karışıklık
Genelkurmay Başkanı da, "Türkiye bir İslam devleti değildir" den ziyade, "Türkiye bir İslam ülkesi değildir" deyince, çocuğun kafası iyice karıştı. "Türkiye, Türklerindir" deniyordu... Nüfus kağıdında "İslam" yazıyordu... Takımlarımızla Avrupa'da, ordumuzla NATO'da, kafamızla Batı'da, yönümüzle AB'de, bir yanımızla bölgede, İslam dünyasında oynuyorduk tamam da... Çocuğun kafası karışıyordu.
Orta Asya'dan gelmiştik; bir "ırk" olarak... Çocuk, göç ve savaşları ve fetihleri okumuştu. Ortadoğu'da doğmuş büyük bir din o ırk tarafından sonradan kabul edilmişti. Biliyordu ki, bu topraklar bir zamanlar başkalarına da aitti. Tarih kitaplarından, turizm broşürlerine kadar, hepsi, bu topraklardaki büyük medeniyetleri anlatıyordu. O medeniyetler, 1071'de Anadolu açılana, 1453'te "Fetih" İstanbul'la taçlanana kadar, hep Türk, hep İslam değildi. Balkanlar'dan Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'ya, çok sayıda etnisiteden, dinden, mezhepten halklar "Osmanlı haritası" na girmişti. Büyük bir İslam imparatorluğu olan Osmanlı, "sadece Türk ve sadece Müslüman" değildi. Bugün Türkiye için söylendiği gibi, "nüfusu yüzde 99 Müslüman" da değildi. Ama bir İslam imparatorluğu, ama bir Türk devleti idi. Ama Osmanlı hanedanı "saf Türk" filan değildi. Çocuğun kafası sürekli karışıyordu.
Tarihleri yan yana, arka arkaya getirince, "anavatan" ın sadece, 1000 yıldan az bir süredir, "Müslüman Türklerin toprağı" olduğunu anlıyor... Amerika kıtası, Avustralya, Güney Afrika, birkaç istisnai durum haricinde, ırk, etnisite olarak en eski kökeni, bir 1000 yıldan önceki mekanı bugünkü "ulus devlet" topraklarında bulunmayan başka birilerini kolay kolay bulamıyordu. Bin yıl? Öyleyse, bugün "Yüzde 99'ı Müslüman, hepsi Türk" sayılan 70 milyon insanın en derin kökleri, bir anda bir yerden sökülüp bir anda bir yere dikilmediği, binlerce yıl bu topraklarda yaşamış, o etnisiteden şu inançtan milyarlarca insan bir anda kazınmadığı sürece... En derin kökenin, bin yıllık, binden de fazla yıllara yayılan köklerin yüzde yüz saf olması mümkün gelmiyordu.
Çocuğun kafası karışıyordu. Tamam, halklar, baskın ve kuvvetli olanlar diğerlerine boyun eğdirebiliyor, onları içinde eritiyor, alışverişlerle kültürler karmalaşsa da, damgayı en güçlü olan vurabiliyor, yüzyıllar, bin yıllar boyunca "o toprak, o tarih" artık onların olabiliyordu. Savaşlar, fetihler, toprak kayıpları, göçler, sürgünler, tehcirler, kırımlar, kaçışlar... Her iki yöndeki hareketler, nüfusun yapısını tek çatıda toplayabiliyordu. Dışarıda kalmış etnik ve dini "kardeşler" o toprakların acılarının çocukları olarak gelirken... Buradaki farklı etnisite ve dinden "komşular" bu toprakların acılarının çocukları olarak gidiyordu. Yüzyıllara yayılan, gururlardan ve utançlardan, sevdalardan ve acılardan oluşmuş, mürüvveti de yoksulluğu da, dostluğu da düşmanlığı da görmüş, çok sayıda kültürden beslenmiş ve çok sayıda kültürü beslemiş bir tarih, bir coğrafya, bir ülke; kendisini "zengin ve çok renkli" sayacakken, sürekli "kimlik" bunalımlarına itiliyordu. Burası Ortadoğu, burası Mezopotamya, burası Asya, burası Kafkaslar, burası Balkanlar, burası Akdeniz, burası Ege, burası Karadeniz, burası Avrupa, burası İslam dünyası ülkesiydi... Burası farklı etnisitelerin Müslüman olduğu, her Türk'ün Müslüman, her Müslüman'ın Türk olmayabildiği, her Türk'ün etnik kökeninin Türk olmayabileceği, her vatandaşın etnik Türk sayılmayabileceği, her Müslüman'ın aynı mezhepten görülemeyeceği... Tarihi ne kadar şişinmeyle, övünmeyle ya da dövünmeyle yoksullaştırmaya uğraşırsanız uğraşın... Akıyla, karasıyla, binbir rengiyle zenginlik ve çeşitlilik topraklarıydı. Çocuğun kafası karışıktı ve burayı anlamak ve hakikatle sevmek için iyi başlangıç sayılabilirdi.
|