Bir Mektup
Paris gibi bir başkentte 70 milletle iç içe yaşamaya alışmak gerekir
Yabancı bir ülkede yaşıyorsanız, iki sandalye üzerinde oturursunuz çoğu zaman. Ne orada ne burada hem orada hem burada yaşarsınız. Bu durum bazen yaşadığınız alanı dapdar bir yere dönüştürebildiği gibi bazen de ferah' kılar. Sayılamayacak kadar nimeti de vardır. Eğer söz konusu yer Paris gibi kozmopolit bir başkentse, 70 milletle iç içe yaşarsınız. Resmi ideoloji dahilinde düşman bildikleriniz dost olabilir, yahut zaten dost bildikleriniz de... Ülkeleri devletler üzerinden değil insanlarından takip edersiniz. Yaşadığınız yerin insanları, başka diyarların insanları ve kendi vatanınızın insanları üzerinden sorarsınız sorularınızı. Mesela; yeryüzünde sizin için en önemli şey neyse, onun en iyi olduğu iddia edilen yerde ne kadarı varsa, hiç olmazsa o kadarını istersiniz. 'Her şey izafi, demokrasi ve ozgurluk nerede var ki' diye kolayca atıp, tutmaz, onun tekamül eden ve en elzem şey olduğuna inanırsınız. Sizinle aynı etten kemikten olan, işte o başkalarının özgürlüklerine bakıp, sizin yöneticilerinizin yıllarca '46'dan beri serbest seçim yapılıyor' diye övünmelerine sinirlenmişseniz zamanında, gün gelir, bir ülke için bunun bile ne kadar mühim olduğunu idrak edersiniz. Yüzde 99'la aynı adamın seçilmesine kıyasla iyi kötü çok partili bir sistemin bile çölde serap gibi göründüğünü anlarsınız. Mesela; 'İşgal devleti önünde seçim yapıyorlar' diye küçümsemezsiniz.
BUSH'A CEVAP Paris'te birtakım stratejisyenlerin, bölgedeki diktatörlükleri adeta bir otantik değer gibi sunuşuna, bölgenin doğal sınır gibi ele alındığına, içindekilerin de tabii olarak sadece böyle yönetilebileceğine ilişkin konuşmalarına şahit olmuşsanız, Bush'un konuşmalarını dinleyip sanki o sizden acil cevap bekliyormuş gibi, ''Ben ne desem acaba'' diye yazmaya koyulmazsınız. "Şahinler güvercinler'' diye stratejik analizlere girişip kendinizi adeta Amerika'nın muhatabı bir devletmiş gibi sanıp, en nihayetinde şahsi bir öfkeyle oturup okul arkadaşınız gibi Putin'in Rusyası'ndan ve Çin'den medet ummazsnız. Yetmezse, bölgedeki diktatörlüklerden de... Irak'ta şoförlerin kafasını kesip gazetecileri fidye karşılığı kaçırıp bazen öldürenlerden, bazılarının da belki anlaşılabilir nedenlerle, "hazır o oradayken onunla hesaplaşmaya gelenlerden'' de "direnişçiler'' diye bahsetmezsiniz. Bu durumda mesela, "Irak'ta bir direnişten bahsediliyorsa, direnmeyip teslim olanlar halkın çoğunluğuna dönüştü'' diye düşünmezsiniz. Sabahın köründe uyanır Irak'taki seçim sonuçlarına bakar, sevinirsiniz. Lübnanlılar'a bakıp umutlanırsınız. Ya sahiden, Irak'ta, ardından Suriye'de, Mısır'da, Suudi Arabistan'da, Lübnan'da demokrasi inşa olursa ya İsrail-Filistin barışı sağlanırsa diye heyecanlanırsınız.
|